Menu

“Hiçbir rejim baskıyla ayakta kalmaz”

"Laiklik yeniden tanımlanıyor. Tüm dünyada tüm kavramlar canlı bir geçit halinde. Tunus'a bakın, Mısır'a, orda da bir iki haftadır tartışılan laikliktir. Üstelik tartışanlar -samimi olduklarına inanmasam da- İslamcılardır. Bize düşen AKP ve İslamistlerin yok ettiği bu değeri canlandırmak, emekçi sınıfların damgasını vurduğu devrimci bir tarzda inşa etmek." (Hüseyin Aygün)

Hüseyin Aygün, geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret suçundan 1 yıl 2 ay hapis cezası aldı. Önceki cezalarla birlikte toplam 3 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmış oldu böylece. Hüseyin Aygün bir avukat, eski CHP milletvekili ve Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi’nin çağırıcılarından biri.

Yakın zamanda Mahsur isimli kitabı yayımlanan Aygün’le kitabı, Aydınlanma Hareketi ve aldığı cezalar üzerine söyleştik. 

 

Türkiye uzun bir süredir entelektüel bir sefalet sürüyor. Mecliste vekiller arasında da sığ ve ucuz tartışmaların varlığı pek umutvar değil. Entelektüel kaygısı olan bir kişi için milletvekilliği katlanılabilir bir iş midir?

Milletvekilliği insanın içindeki entelektüeli öldürebilir. Gece gündüz koşturmanız, seçmen ve halktan gelen talepleri dinlemeniz ve mümkünse yapmanız, hiç bitmeyen aktüel tartışmalarda boğulmanız söz konusu olabilir. Ama öte yandan milletvekilliği yeni deneyimlerdir, hiçbir yerde tanışamayacağınız insanlar, konuklar, felaketler, geziler insanı geliştirir. İşte tüm bunlar içinizdeki entelektüeli kamçılar.  

Siz yazılı ve sözlü tarih çalışmalarının yanı sıra ideolojik zemininizi ifade eden metinler de kaleme alıyorsunuz. Bu bağlamda irdelersek güncel siyaset ve aydın olma denklemi kişiyi nasıl etkiler?

Ben bazen güncele, bazen geleceğe dair olana takılıyorum. Önceleri uzun metinler, kalıcı şeyler önemliydi, kitap raflarda kalacak, o halde onu yazmalıyım, derdim. Sonraları sosyal medya ortaya çıktı, kısa yazı, hatta mesaj, kısa kısa yazı, kısa kısa mesaj görüldü. Uzun yazı zamana dayanıklı belki ama Gezi uzun metinlerin birer cümleyle duvara yazılmasıyla yapıldı. Bu ilişki hem zorlu, hem basit.

Milletvekilliği sırasında başınıza gelen bir kaçırılma olayı hem siyaset alanında hem de toplumsal açıdan bir hayli tartışmayla karşılandı. Siz buna güncel olanın dışında bir yolla, kitapla karşılık verdiniz. Bu istek ya da görev nereden kaynaklı idi? Bu kitap tam anlamıyla neyin yanıtı?

Aslında insanın ne yazacağı pek belirsizdir. Kobani'ye IŞİD saldırmasaydı, bugün herhalde elde bir Rojava kitaplığı olmazdı. Kaçırılmam da Türkiye'de Kürt sorunu, Kürt sorunu içinde bir Dersim sorunu konusunu açmama yol açtı. Kaçırılmasaydım da yazılacak bir kitaptı Mahsur, ama kaçırılmasaydım bu kadar etkili bir şekilde yazılamayacaktı.

Alevi meselesi toplumun kırılgan ve aşılamaz tartışma alanlarından biri. Siz hem siyasetçi hem bir aydın olarak bu sürece farklı dönemlerde katkı yaptınız. “Dersim” nasıl algılanmalı? Tarihsel olarak nereye oturtulmalı?

Dersim, on iki ocağın merkezi, dağların içinde bozulmamış Aleviliğin kâbesi, Erdebil Tekkesi’nin günümüzdeki devamı gibi adlarla anılır. 1938'in ardından gelen sürgün ve göç bile tesir edemedi ama daha sonra yaşanan şehirleşme, sağ ve sol ideolojiler otantik Dersim'i değiştirdi; anadil Zazaca ve Kürtçe'de cem yapılamaz, anadili ev içlerinde bile konuşulamaz hale geldi; şehir merkezinde bugün yaşayan insan sayısı İstanbul'da bir mahalleden daha azdır, yirmi otuz bin kişinin kaldığı mahsur bir şehirdir Dersim, bugün Dersim'de eski Alevilikten pek az şey kalmıştır. Ancak tarihsel olarak Alevilik, 20. yüzyılın ortalarına kadar Dersim'de ayaktaydı. Bugün, AKP şeriatçılığı karşısında genel anlamda Aleviler laikliğin ve 1923 devriminin değer ve anlamını daha fazla sorguluyorlar, Dersimliler de.

“Mahsur”da bize bir tür perde arkasını anlatıyorsunuz. Türkiye’nin temel sorunlarından birinin olayları doğru bağlamda görememek, doğru dilde tartışmayı başaramamak olduğunu söylersek; bu iklimde siz herhangi bir toplumsal barış önerisinin işitilebileceğini düşünebiliyor musunuz?

Önümüzdeki birkaç yıl yoğun ve koyu bir sosyal kaos görünüyor. Başkanlık ve zıvanadan çıkmış bir devlet modeli, IŞİD ve diğer canavarların Türkiye'de dört şehri "üs" yaptığı yönündeki haberler, İmam Hatipleşme, yargının tümden bir kişinin keyfine göre hareket eden bir silaha dönüşmesi, sanat, kültür ve aydınlanmanın tasfiyesi… Ancak buna karşı sert bir mücadele de geliyor.

Bir hukukçu olarak değil, sanık olarak sürekli mahkemelerde olmanız ve hüküm giymeniz düşünür kimliğinizi nasıl etkiliyor? İnsan Demokles’in Kılıcı gibi her an hapse gireceğini hissederek düşüncelerini özgürce ifade edebilir mi? Siz nasıl başarıyorsunuz?

Mahkemeler, yargılanmalar, cezalar elbette konuşma özgürlüğünü hedefliyor. Ben de açılan davalardan etkileniyorum elbette. Daha fazla konuşmak, görevimi yapmak, onları daha çok teşhir etmek istiyorum. Bu davalarla susturulmuş ve Erdoğan emirine biat etmiş bir sürü hedefleniyor. Ancak hiçbir rejim baskıyla ayakta kalmaz. Erdoğan'ın tüm baskıları sadece sonunu hızlandırıyor.

“Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi” laiklik gibi temel bir sorunu kitlesel tartışmaya açmayı başardı. Siz burada da öncü bir tutum takındınız. Laiklik tam olarak sizce nedir? Nerede olmalıdır?

Laiklik yeniden tanımlanıyor. Tüm dünyada tüm kavramlar canlı bir geçit halinde. Tunus'a bakın, Mısır'a, orda da bir iki haftadır tartışılan laikliktir. Üstelik tartışanlar -samimi olduklarına inanmasam da- İslamcılardır. Bize düşen AKP ve İslamistlerin yok ettiği bu değeri canlandırmak, emekçi sınıfların damgasını vurduğu devrimci bir tarzda inşa etmek.

* * *

Aygün, Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan kitabı "Mahsur” un önsözünde şöyle diyor:

“Kitabın adı iki yönlüdür. Birincisi kitabın öznesi olarak benim kişisel deneyimlerime yer vermektedir. Kişisel kaderim Dersim’in tarihsel kaderinden pek de ırak değildir. PKK tarafından 2012 yazında Ovacık’ta mahsur edilmem, aslında Hasan Hayri’nin söylediği Dersim’e yönelik yüzyıllarca devam eden mahsur etme politikasının bir devamıydı. Bu kitapta bir parça anlatmaya çalıştığım PKK politikaları incelendiğinde görülecektir ki, PKK tıpkı diğerleri gibi Dersim’i mahsur eden politikalar izlemektedir. Bu, aynı zamanda tüm ulus kurucu aktörlerin değişmeyen refleksidir: Ulusçu tahayyüle aykırı dinsel, etnik ve kültürel bölgeleri veya halkları zapturapt altına alma. Dersim’e karşı gösterilen Osmanlı-Cumhuriyet politikasındaki süreklilik de aslında işte bu gerilimin ürünüydü. Biraz da bu nedenle, Osmanlı, Cumhuriyet devirlerindeki devlet politikaları, katliamlar, önemli şahsiyetler de bu kitapta anlatılan hikâyeler içinde yer aldılar. Bu nedenle hem kendimin, hem de üyesi ve temsilcisi olduğum Dersim’in hikâyesini, Hasan Hayri’nin deyişiyle, ‘Mahsur’ başlığıyla anlattım.”

 

 


Herkes bilsin