Menu
26 Aralık 2017

Niteliksiz Edebiyat Dereye Kadar

Tuğçe Madayanti Dizici

 

Metro durağında beklerken kitap tanıtım afişlerinin her iki günde bir değiştiğini sizler de fark etmişsinizdir. Kitapçılarda gezerken özellikle en çok satanlar bölümünün raflarında adını hiç duymadığınız yazarların kitaplarını sizler de görmüşsünüzdür. Bu kitaplar arasındaki en büyük ortak özellik olan hazır foto kullanan dış kapakları sizlerin de dikkatini çekmiştir...

Kalitenin, liyakatin, becerinin, araştırmanın, derinliğin, bilginin, kültürün, edebiyat külliyatının önemsenmediği; kalitesiz olanın, sığ, beceriksiz, kültürsüz ama popüler olanın önemsendiği günümüzün çürümüş ortamı; edebiyat gibi koskoca bir evreni bile içine alabildi. Bağımsız yayıncıların yanı sıra bu kalitesizliği bir pazar açığı olarak fark eden yayıncılar da, bunu fırsat bilerek kolay edebiyatı donanımsız okura süsleyerek sundu.

Türkiye’de kitaplar hakkında tartışırken, perakende pazar cirosu 2 milyarı aşkın bir sektörden bahsettiğimizi bilmemiz gerek. 2010 yılında 214 milyon küsur bandrollü kitap basılmışken bu sayı 2016’da 404 milyon küsura ulaşmış durumda. Peki kitap sayısındaki bu artışın iyiye işaret olduğunu söyleyebilir miyiz?

Kültürsüz olmalarına rağmen sosyal medya sayesinde popülerleştirilen ilk kuşak bloggerların kolaycılık alışkanlıklarını kitap yazma heveslerinde de sürdürmeleri ile ilk meyvelerini veren kalitesiz edebiyat örneklerinin çıkar gözetilerek pohpohlanmaları ile büyük karlar sağlandı. Popüler kültüre sırtını dayayan, araştırmadan yazılan, yüzeysel ve çabuk tüketilen bu kitaplar; politik baskı ve ekonomik sıkıntılar içinde gittikçe mutsuzlaşan ve düşünmekten kaçanlara adeta kakalandı. Bu kitaplar sattıkça da yenileri basıldı. Kişiler kitap yazdıklarını sandı, yayıncılar kitap bastıklarını sandı, insanlar da kitap okuduklarını sandı. Sonrasında, zamanında kültür sanat ile uğraşan ve sektör iktidarla birlikte el değiştirince işsiz kalan bir grup insan kitap yazmaya karar verdi; dertleri hem isimlerini unutturmamak hem de para kazanmaktı. Çoğu politik gündemden, gerçek insanların acılarından nemalandı ve bunların da kankaları tarafından reklamları yapıldı. O dönem en çok Gezi’nin ekmeğini yediler. Şimdi size sorsam üzerinden beş sene geçmiş olmasına rağmen Gezi ile alakalı, birden fazla kuşağa hitap edebilecek nitelikli edebiyat eseri önerebilir misiniz? Ben öneremem.

Toplumu derin bir bilgisizliğe ve kültürsüzlüğe sürükleyen araçlardan birinin bu kalitesiz kitaplar olduğu ise uzun bir süre anlaşılmadı. Bu mevzu edebiyatı ciddiye alan donanımlı okur kitlesi için muhabbet arasında alay konusu olarak geçiştirildi. Ancak edebiyatta artan niteliksiz nicelik ortada ciddiye alınması gereken bir problem olduğunun göstergesi. Bir yandan neslin bir kısmı ecdadının peşinden sürüklenerek nadasa yatırılırken, bir yandan da iyi eğitim göremeyen umursamaz bir nesil yetişmekte. İşsizlik, kitap basmanın kolaylaşması, kötü yayın evlerindeki artış, kitap sektöründeki iş tanımlarının geçersiz bir hal alması, editör olmanın ciddiyetinin hala kavranmamış olması gibi devam eden pek çok sebep hala var olduğu sürece bu durum değişecek gibi gözükmüyor... 
 


Fotoğraf: Drew Coffman

Ama bana kalırsa her çürümenin başı, gerçeği inkar edecek derecede yüksek egolu egoist insanoğlu. Aynen Jean de La Fontaine masallarından birinde anlatıldığı gibi... Lakin derelerden kaçamazlar... Görecekler...

Kendinden başkasını sevmeyen biri,
En güzel insan sanıyormuş kendini.
Aynaları bozuk olmakla suçluyormuş,
Bu aldanış içinde pek de mutluymuş.
Talih perisi bir hayli uğraşmış,
Saplantısından kurtarmak için adamı;
Boyuna sürüyormuş gözleri önüne
Bayanların sessiz danışmanlarını;
Evlerdeki, dükkanlardaki aynaları;
Çapkınların ceplerindeki,
Güzellerin kemerlerindeki aynaları.
Ne yapsa beğenirsiniz bizim Narsis?
İn cin uğramaz yerlere gitmiş,
Aynalara dayanamaz olduğu için.
Ama gittiği ıssız yerde
Pırıl pırıl kaynaktan çıkan derede
Görmüş yine kendini, küplere binmiş;
Burada da çıktı karşıma demiş,
Bu aslı astarı yok görüntü.
Elinden gelen her çareye başvurmuş
Suya çevrilmesin diye gözü.
Ama o kadar güzelmiş ki dere
Bir türlü ayrılamıyormuş biçare.
Anlıyorsunuz değil mi,
Nereye getirmek istiyorum sözü?
Hepinize söylüyorum:
Gerçeğe böylesine sırt çevirme
Hepimizin beslediği bir hastalıktır.
Ruhumuz, bu kendine aşık adam,
Aynalar, hep başkalarının sersemlikleri,
Aynalar, bizim kendi kusurlarımızı
Olduğu gibi gösteren ressamlardır.
Dereye gelince, bilmeyen var mı dereyi:
La Rochefoucauld’un Özdeyişleri.

                      La Fontaine, İnsan ve İmgesi

 

 

 

 

 

 

 


Herkes bilsin