Menu
26 Mayıs 2017

Hayatın kendi içinde sakladığı sürprizleri çok seviyorum.

Sevinç Erbulak

İflah olmaz bir romantik olarak okumaya başladığım bu kitap, ilişkilere, kendime, aşka, özleme, mükemmelliğe duyduğum ilginin ahmaklığına dair bana yol haritası oluyor...

 

Hayatın kendi içinde sakladığı sürprizleri çok seviyorum. Bu haftalık yazılar bana çok iyi geliyor. Bilmiyorum, başından beri, belki de kendime notlar tutuyorum. Bu yazıların, mesela bir sene sonra onlara geri dönüp baktığım zaman, aslında bana bugünlerdeki beni anlatacağını hayal ediyorum. Beni sağaltan, günlük hayatın hay huyundan kurtaran, bana nefes olan kitaplar, oyunlar, filmler ve duygularım var bu yazılarımda...

Her hafta ne yazacağımı düşünmeden, o hafta beni etkileyen şeylerin kelimelere dökülmesine tanıklık ediyorum. Yazmaya karar verdiğim şeyler bazen değişiyor, bazen de delice bir ısrarla söz verdiğim filmleri, oyunları yazıyorum size.

Bu haftamın kurtarıcısı, sürpriz hediyesi Alain de Botton'dan geldi ellerimin arasına. Kitapçıda karşıma birden bire çıktı, ismini; arka kapağını okuduğum anda alıp eve geldim. Sonra yavaş yavaş okudum onu. Hızlı okunan kitaplardan değil ''Aşk Dersleri''...Bugüne kadar aşk üzerine, ilişkiler üzerine, çocuklar, ebeveynler üzerine düşündüğüm, doğruluğundan emin olduğum her şey değişti. Başka bir şeye dönüştü.

''Bir gülün gövdesine veya bir yaban sümbülünün taç yapraklarına hayran olmaya başlamamız için, bir şeylerin sürekli ters gitmesi gerekir'' ya mesela, kısa bir süre öncesine kadar hayatımda pek çok şey ters gidiyordu. Bunu tersine giden şeyler düzelmeden anlamanın bir yolu olsaydı keşke, olsaydı ve bulabilseydim mutlaka yazardım kendime, ama sanırım yok.

Ben de tıpkı romandaki Kirsten gibiydim. Kirsten de ''insanlar onu hüsrana uğrattığında buraya saklanıyor, kitaplar ve müzikle teselli buluyor. Kendisi koruma ve savunma konusunda tam bir uzman. Hayatının büyük bölümünü bunun pratiğini yaparak geçirmiş''.

Aşk Dersleri, Rabih ve Kirsten'in yollarının kesiştiği yerde başlıyor, sonra yolları yollara, insanlar insanlara açılıyor; evlilik, çocuklar, günlük hayatın sıkıntıları, açmazları derken, öyle bir yerde bitiyor ki belki de tam orada yeni bir kitap başlıyor. Artık okurun kendi hikayesini yazacağı yepyeni bir kitap.

İflah olmaz bir romantik olarak okumaya başladığım bu kitap, ilişkilere, kendime, aşka, özleme, mükemmelliğe duyduğum ilginin ahmaklığına dair bana yol haritası oluyor ve bitirdiğimde görüyorum ki ben artık başka biriyim. Üstelik bunun hiç de öyle abartılacak bir yanı yok. Çünkü yaşamaya devam ettiğim müddetçe sürekli başka birilerine dönüşeceğim.

Kendimizi ve aşkın seyrin hakkında bildiğimiz her şeyi göz önünde bulundurunca, gerçekten hoşlandığımız birine yapabileceğimiz en düşünceli şeyin en kısa zamanda onun yolundan çekilmek olduğunu anlasak, şaşırır mıydık acaba ?

Alain de Botton, yapılabilecek ve yapamadığımız en düşünceli şeyin bu olduğunu söylüyor.

Pek çok aşk hikayesinden size de gına gelmedi mi artık ? Romanlarda ve filmlerde gördüğümüz aşk tasvirleri, kendi deneyimlerimizden bildiklerimizle ne kadar örtüşüyor hiç düşündünüz mü ?

Belki de ''Bize en uygun partner, mucizevi bir şekilde bütün zevklerimizin ortak olduğu kişi değil de, zevklerimiz arasındaki farklılıkları akıl yoluyla ve içtenlikle müzakere etmeyi becerebilen kişidir. Doğru insanın alametifarikası, mükemmel tamamlayıcılık gibi soyut bir fikirden ziyade, benzeşmezlikleri hoş görme kapasitesidir''. Belki de :)

Belki doğru insan diye biri yoktur, biraz yakından bakınca herkes biraz sorunludur. Korkmayın Akademi'ciler, hepimizin tanışıp tanışabileceğimiz herkes top yekün kusurlu çıkacak. (Tabii biz de) Kimse bir başkasını layıkıyla anlayamayacak veya duygularını tümüyle paylaşamayacak.

Aşk Dersleri'ni okumaya fırsatınız ve zamanınız olursa belki de ''olduğu kadar güzel olabilmek'' denen şey üzerine yeni keşifleriniz olacak. Bu bölümde ''Olduğu kadar güzeldik'' kitabının yazarı canım Mahir Ünsal Eriş'i anmadan geçemeyeceğim. Eminim o da çok sevecek bu kitabı.  O da Botton gibi olduğu kadar güzel olmak üzerine kafa patlatanlardan... O yüzden çok sevdiğim bir yazar zaten. Olduğu kadar olduğundan...

''Her şeyi tek bir kişide bulma dileğimizde çocukça bir idealizm yok mu gerçekten ? Neden tek bir kişinin aynı anda en iyi arkadaşımız, sevgilimiz, çocuklarımıza birlikte analık babalık ettiğimiz, arabayı birlikte kullandığımız, birlikte iş yaptığımız biri olması gerekiyor ki ? Hüsran ve teessüf istiyorsanız, buradan buyrun''.

''Hayatımız boyunca yaşadığımız en güzel anılarımızı geçmişimizden toplayıp uç uca eklesek, toplam uzunlukları yarım saati geçmeyebilir. Yine de pek çok açıdan hayatımızın en güzel anları olabilir bunlar''. Her seferinde, hatırladığımızda içimizi ışıtan, sıcacık ve kısacık anları ömrümüzün. Bu anların hepsinde havamız güneşli, insanlar hep gülümsüyor. pek çoğunda da çocuğuz daha belki de...

Bundan sebep:

''Yetişkinler olarak, ilişkiler kurmaya başlayınca, her seferinde bize çocukluktan bildiğimiz o kucaklayıcı ve diğerkam sevgiyi verebilecek birini aramamız şaşırtıcı değil o halde. Bu sevgiyi bulmanın bu kadar zor görünmesine, insanların bize nasıl yardım etmeleri gerektiğini pek bilememesine içerleyip hüsrana uğramış hissetmemiz de şaşırtıcı değil. Neye ihtiyacımız olduğunu sezemedikleri için başkalarına kızabilir ve bu yüzden onları suçlayabiliriz. Bir ilişkiden bir diğerine atlayıp durabiliriz. Bu özlemden kurtulmanın tek yolunun, kusursuz sevgi talebinden ve her seferinde sevginin eksiklerini kaydetmekten vazgeçmek olduğunu anlayıncaya kadar. Sevgiyi, bize nasıl geri döner diye hesaplar yapmaksızın vermeye başlayana kadar''.

Alain de Botton çok feci haklı. Bu dünyada çok az insan düpedüz fenadır. Canımızı yakanlar, bizzat kendisi acı çekenlerdir. Bu yüzden asabiyet asla yerinde bir tepki değildir. Göstermeyi becerebildiğiniz o ender anlarda, en uygun tepki daima sevgidir.

Düpedüz fena insanlar benim hayatımdan da geçti. Sofralarına oturdum, birlikte güldüm, onlar ağlayınca ağladım, ben ağladığımda onlar ağladı ve daha bir dolu şey. Sonra düpedüz fena olduklarını anladığımda hayatımdan çıktılar. Hızlıca ve usulca. Botton'un önerdiği sevgiyi veremedim onlara ama asabiyet göstermemeyi becerdim galiba. Bu satırları okurken aklımdan ve anılardan geçip gittiler yollarına. Ayrı ayrı yollarımız apaçık olsun. Değişiyoruz ve birbirimize ayak uydurmak zorunda değiliz, bazen çekip gitmeyi veya yolculamayı bilmek gerek.

Nihayetinde her şey geçiyor.

O yüzden Rabih ve Kirsten'in hikayesini okurken bunu aklınızdan çıkarmamanızı dilerim. Umarım size de bana verdiği kadar umut ve şaşkınlık verir Alain de Botton şahanesi.

''İyi bir dinleyici olmak kendini iyi ifade etmek kadar ender rastlanan bir özelliktir veya bir o kadar önemlidir. Burada da asıl mesele fevkalade bir kendine güvendir. Birtakım yerleşik varsayımları kökten sarsabilecek bir malumatın sizi yolunuzdan saptırmasına izin vermeme veya bunun ağırlığı altında ezilememe becerisidir.

İyi dinleyiciler, kimilerinin zihinlerinde bir süreliğine kaosa yol açabilen şeyler söz konusu olduğunda yaygara koparmazlar. Daha önce de kendilerini böyle bir halde bulmuşlardır ve her şeyin nihayetinde tekrar eski haline dönebileceğini gayet iyi bilirler''.

Her şeyin nihayetinde tekrar eski haline dönebileceğine inananlara sevgiyle, inanmayanlara da...

Güzel, sendromsuz, Alain de Botton'lu bir hafta diliyorum buraya kadar okuma zahmetine katlanan herkese..

 

 


Herkes bilsin