Menu
30 Kasım 2017

“Dünyada aşkla uyku arasında en az onlar kadar güzel bir hal varsa o da hikâyedir.”

fotoğraf: Emre Yunusoğlu


AYKIRI AKADEMİ – Reyhan Karaarslan

Kahramanları üzerinden Hamdi Koç romanlarına genel bir bakış



Melekler erkek ise, kadınlar şeytan mıdır?
 
#Melekler Erkek Olur

“Melekler Erkek Olur” kadınların pek de yabancı olmadığı bir erkek dünyasını anlatır. Romanda mutsuz bir evliliği olan, kendini işine adamış, hayallerinden vazgeçmiş bir adamın, Murat’ın; bir süre sonra sıkışıp kaldığı monoton hayatından, işe yeni başlayan ve birlikte çalışacağı güzel, çekici Selma ile kurtuluşunu okuruz. Yasak olanın cazibesine kapılan kırklı yaşlarında bir erkek, saptığı bu yeni yol ile yıllardan beri yaşadığı mutsuz ve huzursuz hayatının farkına varır. 

Murat bir taraftan Selma’nın cinsel cazibesinin etkisinde kalırken, diğer taraftan da geçmişinden, müziğe tutkulu olduğu yıllardan kalan üniversite arkadaşı ve aynı şirkette birlikte çalıştığı Pınar’la da duygusal bir yakınlaşma içindedir. Aslında bu yakınlaşma daha çok geçmişte itiraf edilemeyen, yaşanamayan bir ilişkinin pişmanlığından kurtulma çabası, bir bakıma açık kalan hesapların kapatılmasıdır.

“Melekler Erkek Olur”da Murat, erkeklerin kadınlardan sadece seks ve huzur beklediğini söyler. Hamdi Koç romanlarının genelinde hüküm süren kadın erkek ilişkisine baktığımızda, bu beklentinin tüm erkek kahramanlarda bulunduğunu söyleyebiliriz.

Bir söyleşisinde Hamdi Koç, kadın yazarlar ile erkek yazarların duyarlılıkları arasında farklar olduğundan, ölüp bittiği kadın yazar olmadığından, kadın yazarlar olmadan da yaşayabileceğinden ve kendisine erkek yazarların yeteceğinden bahseder. Yazarın, ‘kadının edebiyat ile olan ilişkisine’ bakışı “Melekler Erkek Olur” romanında Murat’ın şu cümleleri ile de karşımıza çıkar;

On altı yaşından bu yana de Beauvoir’dan başka şey okumayı becerememiş karakaşlı bir sırdaşı. Kadınlar niye çok kitap okurlar da doğru kitapları bir türlü okuyamazlar? Niye mesela Kant’a kafaları basmaz? Kant cevabını bildiği için olabilir mi? Bunu düşünelim.”

[Kadınların nitelikli eserler okumadıklarını/okuyamadıklarını ima eden, onların zekâlarını hafife alan bu cümlelerin kafamda soru işaretleri oluşturduğunu ve tüm romanı bu soru işaretleri ile okuduğumu da itiraf etmeliyim.]

Hamdi Koç romanlarında kahramanların ortak yanları, mutsuz evlilikler yapmaları, dünlerini sorgulayan, vicdanlarını rahatlatmaya çalışıp huzuru arayan, anne sevgisinden mahrum erkekler olmaları diyebiliriz. Zira anne sevgisinden uzak büyüyen bu kahramanlar, sevgisizliğin içlerinde yarattığı öfkeyi, hayatlarındaki kadınlar için kurdukları şiddet hayalleri ile gösteriyorlar.

“Saçlarından tuttuğum gibi suratını duvara çarptım; kırılan burnundan, patlayan kaşından, dökülen ön dişlerinden çıkan kan duvarı renklendirdi. Kafasını geri çekip bir daha vurdum, bir daha, bir daha. Çenesi de kırılana, çığlık atamayacak hale gelinceye kadar. Bana ha! Bana! Onu düşmeye bıraktığım zaman elimde bir tutam saç kalmıştı; küçük, biçimli, küstah kafasından. Hadi git şimdi istediğine ver!”

Aynı öfke ve şiddet cümlelerini “Çıplak ve Yalnız” romanında anne sevgisi görmeyen Mesut’un ağzından da duyarız;

“Hiç sevmedim annemi. Hiç”
“Bir kere babamı dövmüştüm.”

“Çünkü aslında annemi dövmek istediğimi fark etmiştim
“Keşke ondan sonra dönüp bir tane de anneme vursaymışım.”


Küçük ve yalnız olduğunu sanan bir kahramanın büyük ve kanlı bir geçmişe yaptığı yolculuk  
#Çıplak ve Yalnız

Hamdi Koç, 43.Orhan Kemal Roman Armağanı’na layık görülen “Çıplak ve Yalnız”ı “bir vicdan romanı” olarak tanımlar ve dünün bugünden ayrılamayacağını söyler.

Mesut Akarsu yirmili yaşlarında, aklı havada genç bir adamdır. Annesini, babasını ve ağabeyini bir trafik kazasında kaybetmiştir. Kendisinden yaşça büyük tiyatrocu bir kadınla evlenen, hayattan hiçbir beklentisi olmayan Mesut Akarsu’nun hayatı, memleketteki amcasının ölüm haberi ile değişir. Ailenin hayatta olan tek erkek çocuğu olması sebebiyle, amcasının tüm mirası Mesut Akarsu’ya kalmıştı.  Ancak miras olarak kalan sadece para, mal, mülk değil aynı zamanda geçmişin hesaplaşmalarıdır da. Roman bir taraftan da, 1960’lı yılların Türkiye’sinde yaşananları ortaya sererek, ülkenin geçmişinde işlediği suçlarla da yüzleşmesini amaçlar.

“Çıplak ve Yalnız”da da diğer Hamdi Koç romanlarında olduğu gibi yine bir huzur arayışını hissederiz. O aranan huzurun bulunabilmesi için de geçmişin tozlu sayfalarının kaldırılması gerekir;

“Kalacaksan eğer, huzur bulman gerekecek. Çünkü huzur olmadan uzun süre yaşayamazsın. Kimse yaşayamadı. Huzur bulmanın tek yolu huzur yaratmak. Ve huzur sadece kendin için değil herkes için yaratman gerekecek.”

Kendini bambaşka bir hayatın içinde bulup, hiç istemediği halde üzerine bırakılan yüklerden kaçarak kurtulmayı düşünen Mesut Akarsu bunu bir türlü başaramaz, kaçmaya çalıştıkça kaçamama durumunu ise “insan bir yerden kaçmayı bu kadar çok isterse sonunda kalır” diyerek açıklar.

Mesut Akarsu da yazarın diğer kahramanları gibi başka kadınlarda aşkı ve mutluluğu arar. Bu arayışının nedenini de şu cümleler ile anlatır;

Kimseye âşık değildim, hiç olmadım; bunu aşkın hızlı geçecek bir şey olmadığını ve tek bir kişiye özel olduğunu varsayarak söylüyorum. Ama bu varsayım doğru olmak zorunda değilse çok kadına âşık oldum. Her birinin bir sebeple vazgeçilmez olduğuna inandım ve üstüme gelinmediği sürece hiçbirinden vazgeçmedim. Hoşuma giden her kadının peşinden gittim, kalabildiğim kadar kaldım. Karıma yakalanacağımı anladığım zaman koşa koşa eve döndüm. Bunları saklamak için bir neden göremiyorum. Hayat böyle. Bir kadın yeterince büyük ve akıcı değil. Yeterince zor değil. Çözülüyor. Yavaşlıyor.”

Yazarın romanlarındaki kahramanların bir diğer ortak yanı ise kitaplara ve yazıya olan ilgileri diyebiliriz. “Çıplak ve Yalnız” da Mesut Akarsu aklı havada genç bir adamdan, sorumluluklarının farkında olan, ayakları yere sağlam basan, ne yaptığını bilen bir adama dönüşür. Ve bu dönüşümün sonunda bizler onun yaşadıklarını, üniversiteye gidip, edebiyat profesörü olup, yazdıklarından öğreniriz.

 

Mutsuz, başarısız ve intihara meyilli bir yazarı kim, neden öldürmek ister? 
#Yalnız Kaldınız Peyami Bey!

Hamdi Koç ‘gizlice göremediğimizi sandığımız şeyleri, ruhları, hayaletleri ya da geçmişin acılarını görebileceğimize inanmaya başladığını’ söylüyor. Farklı bir şeyi görme ihtiyacı ise farklı bir yazma yöntemi demek. Yazarın bahsettiği bu farklı yazma yöntemi ile ortaya çıkan roman ise “Yalnız Kaldınız Peyami Bey!”dir.

Romanlarında genellikle olaylar tek bir zamanda, düz bir çizgide ilerlerken, son romanı “Yalnız Kaldınız Peyami Bey!”de hikaye iç içe geçen zamanlarda anlatılır. Olaylar farklı zaman ve farklı boyutta geçer.

Biraz gerilim, biraz fantastik biraz da psikolojik roman öğeleri taşıyan “Yalnız Kaldınız Peyami Bey!”;  soğuk, karlı bir kış gecesi karanlık bir sokakta yardım isteyen bir kadının çığlığına koşan, adını bilmediğimiz, ‘anlatıcı’ yazarın öldüresiye dövülmesiyle başlar. Ardından Peyami Safa karşımıza çıkar ve yazarımızın hayatını kurtarır. Bu noktadan sonra yazar kendisini, Peyami Safa’nın “Yalnızız” romanındaki Simeranya’da, fantastik bir dünyada bulur. Romanda rüyada ya da komada olan bir adamın arafta kalma halleri anlatılır.

Mutsuz, başarısız ve intihara meyilli bir yazarı kim, neden öldürmek ister? “Yalnız Kaldınız Peyami Bey!” de bu sorunun cevabını bulmak için Peyami Safa yazarımıza yardım eder. Peyami Safa’nın yazarı kurtarmaktaki asıl amacı kendi biyografisini yazdırmaktır. Burada akla şöyle bir soru geliyor; neden Peyami Safa biyografisini yazdırmak için gözden düşmüş, başarısız bir yazarı seçmişti? Belki de aynı acıların çekilmiş olması iki yazarı buluşturmuştu. Buna bir nevi kader ortaklığı da diyebiliriz.

“Her hayat bir ziyanlıktır, bir tarafından mutlaka ziyanlıktır. Bir yazarın hayatı ise, galiba yazmak sinsi bir intihardan başka bir şey değil. Senin yazarlığına gelince, daha çok çalışmalıydın. Ben hep daha çok çalıştım. Bir yazarın kendine yapabileceği en büyük kötülük boşluğa izin vermektir. Çünkü boşluk kadar çabuk büyüyen, insana yol arkadaşı, masa arkadaşı, yatak arkadaşı olan bir hayalet yoktur.”

Hamdi Koç “Yalnız Kaldınız Peyami Bey!” ile okuru yarattığı farklı bir dünyaya, Simeranya’ya götürüp, orada yaşatır. Boşuna demiyor yazarımız; İşte, hikaye anlatmayı ve merak uyandırmayı biliyorum! İşim bu! Ben buyum! Koskoca yazarı bile bir anda cezbettim. Hikaye. Dünyada aşkla uyku arasında en az onlar kadar güzel bir hal varsa o da hikayedir ” diye...

 

 


Herkes bilsin