Menu

Psikolojik unsurları ağır basan bir dönem romanı: Eşiktekiler

KİTAPLARIN DÜNYASI - SÖYLEŞİ

Cumhuriyetin yeni’leşmesi üzerine pek çok alanda tartışmalar sürerken, genç diyebileceğimiz cumhuriyetin tarihine ne kadar hâkimiz? Henüz yüz yaşına bile gelmemiş cumhuriyet neler görmedi ki?  Askeri darbeler, baskıcı dönemler, özgürlük - bağımsızlık, eşitlik mücadelesinde kaybolan, işkence gören, öldürülen gencecik insanlar… Ve henüz tarihi yazılmamış onurlu Gezi Direnişi… Bugüne bakınca, yakın gelecekte yazacak çok konumuz olacağını rahatlıkla söylemek mümkün. Tarih nasıl yazılır üzerine söz söylemek niyetinde değilim. Ancak bir dönemi anlamak için, o dönemin romanına bakmanın kaçınılmaz olduğunu anımsatmak isterim. Dönem romanlarında yazarın tarihçi titizliği ile çalışması ve döneme ait dile hâkim olması beklenir. Yazılan romanın benzerlerinden ayrılabilmesi için iyi bir kurguya ihtiyacı olduğunu da eklemeli. Tüm bu ölçütlerle okudum Eşiktekiler romanını. Yazarı Gönül Çatalcalı, “Ben dönem romanı yazmadım, romanımın sırtını o döneme yasladım” diye tarif etse de romanını, Türkiye’nin en tartışmalı dönemlerinden birinde geçerken Nusret’in hayatı, okurun farklı bir okuma yapması kanımca mümkün değil.
Eşiktekiler, Gönül Çatalcalı’nın ikinci romanı. Tekin Yayınevi’nden çıkan kitaplarının da üçüncüsü. Kendisiyle “Tutunmak” isimli öykü kitabı sayesinde tanıştım. Egeli olmanın sıcaklığı gerek öykülerine gerek romanlarına etki etmiş bir yazar. Eşiktekiler, çok partili hayatın 27 Mayıs’a giden döneminde yaşayan bir doktorun hazin yaşamını konu ediyor. Kapitalizmin insanı bir virüs gibi ele geçirirken nasıl yozlaştığını ailesinde gören Doktor Nusret, yalnızlığı tercih ederek İstanbul’u terk ediyor. Roman, Doktor Nusret’in bir Ege kasabasında düş kırıklıklarını onarma serüvenini, dokunduğu insanları nasıl dönüştürdüğünü, baba – oğul ilişkisini merkeze alarak anlatıyor. Arka planda dönemin siyasal tartışmalarına yer vererek…

 

Eşiktekiler, cumhuriyet tarihimizin en önemli dönemlerinden birinde, 50’li yıllarda geçiyor. Kahramanlar, çok partili hayata yeni geçmiş genç cumhuriyetin değişen insanları. Romanın zamanı, sizi bir tarihçi gibi davranmaya yöneltti mi? Tarihçi ve romancı arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsınız?

50’li yıllar Türk siyasi hayatında bir kırılma noktasıdır. Çok partili döneme geçiş -54 seçimleri denemesini de anımsayalım- epeyce sancılı olmuştur. Ne 27 yıllık tek parti döneminden sonra CHP muhalefete hazırdı ne de Demokratlar iktidara. Bu hazır olmayış hali, demokrasi kültürünün yerleşmemiş olması, iktidarın ve muhalefetin yanlışlarıyla birleşince tam bir kaos ortamı yarattı ülkede. Bu romanı yazmaya karar verdiğimde, o dönemle ilgili çok çeşitli kaynaklardan okumalar yaptım. Tarihi kitaplar, siyasi kitaplar, romanlar, anılar ve birkaç tez okuması. Yazmaya başladığımda, 50’ler Türkiyesinin siyasi ve sosyal ortamının içine girmiştim. Tarihçilerden yararlandım, ancak kendi zihnimdeki tarihsel süreci biçimlendirmek adına. Tarihi yapan kişiler kadar tarihi yazan kişiler de önemlidir. Romancı ise, tarihsel gerçeklerin içine hayatın farklı hikâyelerini yerleştirir. Sanatsal nesnellik, gerçek dünyanın öznel tasarımıdır. Buradan bakıldığında edebiyat, insana özgü özellikleri kurmacanın dünyasında dile getirir. Eşiktekiler gibi, sırtını dönemsel arka plana dayamış romanların en sık başvurduğu kişiler tarihçilerdir elbette. Ancak verili gerçekliklerin önünde oluşturdukları dünya, bağımsız bir kurmaca dünyasıdır.

Eşiktekiler 50’lerin Türkiye'sini anlatmakla birlikte, romanın odağında anlatılan "dönem"i görmüyoruz. Yani rahatlıkla "dönem romanı" demek mümkün değil. Romanın yazarı olarak siz EŞİKTEKİLER’i nasıl tanımlarsınız?

Dönem romanları, tarihlerle sınırlandırılmış belli bir alanın dışına taşmadan, o dönemdeki siyasi ve toplumsal yaşamı anlatırlar. Eşiktekiler’de psikolojik unsurlar ağır basar. Evet, 55 – 60 arasını anlattım, ama dönem olaylarının kasaba insanları üzerindeki izdüşümünü vermeye çalıştım temel olarak. 50’li yıllarda İstanbul dışındaki her yer ‘taşra’ydı. Ülke ekonomisi ziraat üzerinden şekillendiği için, köyler, kasabalar önemliydi ve iktidarın oy deposuydu. O nedenle siyasetin baskısının yoğun olarak hissedildiği yerler de oralardı. Evet, aktif siyaset Ankara’da yaşanıyordu ama bunun sonuçları taşraya, dolayısıyla kasaba insanlarına yansıyordu. Bu romanda önemsediğim de buydu zaten. Amacım başlı başına bir dönemi anlatmak değil, siyasi ortamın sıradan insanlar üzerindeki etkilerine büyüteç tutmaktı. 50’li yıllar da, siyasetçilerin hatalarından kaynaklanan toplumdaki ayrışmayı göstermesi bakımından benim için son derece önemli bir zaman dilimiydi. Eşiktekiler’i o nedenle psikolojik unsurları ağır basan bir dönem romanı olarak tanımlayabilirim.   

Dönem romanlarının ya da dönemi anlatan romanların dili ile gündelik dil arasındaki fark okur için güç olabilir mi? Ne düşünürsünüz bu konuda?

Dil işçiliği bir metnin olmazsa olmazıdır. Her romanın da kendi doğasına uygun bir dili olmalı diye düşünürüm. Dili, temadan, metnin zamanının ruhundan, genel atmosferden ayrı düşünemeyiz. Yalnızca betimlemelerle değil, dille de bir atmosfer oluşturulabilir. Az önce belirttiğim gibi Eşiktekiler’in ilk bölümü 1955 – 60 yılları arasında geçen olayları kapsıyor. Kahramanlarım o dönemin diliyle konuşuyorlar. Yöresel dil değil elbette, şive kullanmayı sevmiyorum yapıtlarımda. O yıllara bir bakarsak 1928’de Dil Devrimi yapılmış, 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuş. 1936’da adı Türk Dil Kurumu’na dönüşmüş ve çağdaş Türkçede çok hızlı bir arılaştırma akımı başlamış. Dil devrimine inanan yazarlar bu sözcükleri kullanarak yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Ancak dil en zor düzeltilebilen, değiştirilebilen bir yapı olduğu için halk, eski Türkçeden diline yerleşmiş sözcüklerle konuşmaya devam ediyordu. Ben kahramanlarımı o dönemin diliyle konuşturdum, anlatım bölümlerinde ise bugünün Türkçesiyle yazdım ama dilimizde yer etmiş eski sözcükleri kullanmaktan da çekinmedim. Konuşmaların yarattığı zamanın atmosferinden fazla kopmak istemedim, romanın iç dinamikleri bunu gerektirdi. Bu durum çok genç okurlar için sorun yaratabilir mi? Sanmıyorum, tam tersine yeni bir öğrenme süreci olacaktır onlar için. 

50’li yıllar, pek çok sinema filminin, televizyon dizisinin konusu oldu. Kameranın kolaylıkla yaptığını kalemle başarmak o kadar kolay olmasa gerek. Eşiktekiler bu anlamda döneme nasıl bir boyut getiriyor?

Bütün sanat dallarının ayrı zorlukları var elbette. Picasso, İspanya İç Savaşı’nı anlatan muhteşem yapıtı Quernica’yı ortaya çıkarırken ne denli zorlandıysa, George Orwell o dönemi anlatan kitabı Katalonya’ya Selam adlı yapıtında benzer sıkıntılar yaşamıştır kuşkusuz. Picasso’ya göre “Sanatçı, insanlığın ve uygarlığın en temel değerlerinin yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir savaşta kayıtsız kalamaz!” idi. George Orwell’e göre ise "Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek, devrimci bir eylemdi.” Bu temaların sinemaya taşınması da hafife alınamaz. Bir duyguyu görsellikle izleyiciye vermek, sözü edilen atmosferi ekrana aktarmak, başka başka zorluklar barındırır yapısında. Her sanat dalı yaratıcısının gücü oranında ele aldığı konuya başka bir boyut katar. 50’li yılların romanları yazıldı. En güzel kitaplardan biri Türkali’nin Bir Gün Tek Başına’sıdır. Türkali, siyasetin içinden, üniversite olaylarından, bir büyük kentten, İstanbul’dan bakmıştır döneme bu romanda. Ben, olayların dışındaki insanlardan, bir Ege kasabasından bakıyorum ülkeyi 27 Mayıs’a getiren sürece. Daha edilgen, daha kırılgan bir yerden yola çıkıyorum. Olayları gazetelerden okuyan, radyolardan dinleyen, partilerin kasaba teşkilatları tarafından güdülenen bir toplum kesitinden… Bu dönem için yazılmış romanlara, bu anlamda başka bir boyut getiriyor olabilir Eşiktekiler…

Tutunmak isimli öykü kitabınızda okuru şaşırtan sonları tercih etmiştiniz. Eşiktekiler’in de sonunu pek çok okurun tahmin edebilmesi olası değil. Bu gizemi korumayı nasıl başarıyorsunuz?

Tutunmak adlı kitabımdaki öykülerimin yanı sıra ilk romanım isimsiZ’in kurgusu beğenilmiş, farklı bulunmuştu, içinde barındırdığı merak unsurları nedeniyle heyecanlandırmıştı okuyanları. Romanda bir intiharın peşinden gider, olayın arka plan(lar)ını araştırırken elbette hiç beklenmedik yaşantılar çıktı karşıma. Bu hayat parçalarını birleştirerek kurguladım İsimsiZ’i. Eşiktekiler de, acı sürprizlerle dolu hayatlardan çekip aldığım parçalardan oluşmuştur. Kitapta yalnızca son değil, ara olaylarda da beklenmedik sonuçlar var. Bu küçük düğümleri, gerektiği yerde çözüyor, en dolaşık kördüğümü ise sona bırakmayı seviyorum. “Şaşırtıcı son” dediğiniz olayın bütün tüyoları romanın içinde bir yerlerde gizleniyor. Kitap bittikten sonra okurun geri dönüp o tüyoları bir bir bulacağını bilmek de beni heyecanlandırıyor. Aslında hayatın kendisi sürprizlerle dolu. İyi ya da kötü sürprizlerle. Belki ölümlü olduğunu bilen tek canlı olan insan, bu nedenle unutuyor ölümü ve hep var olacakmış gibi yaşıyor bu şaşırma duygularının peşinde. Oysa hiçbir roman hayat kadar şaşırtamaz insanı bence. Ya da bir roman, en fazla hayat kadar şaşırtabilir!

*Eşiktekiler / Gönül Çatalcalı / Roman / Tekin Yayınevi / 370 s./ 1. Basım Nisan 2017

 

 


Herkes bilsin