Menu

Barış Bıçakçı'nın 'kahramanlar'ı...

Romanlarında peşinde olduğu basit gerçekleri anlatıyor Barış Bıçakçı. Basit ama durup düşünmediğimiz gerçekler… Durdurup düşündürdüğü için okurları eserlerine tutku ile bağlı.

 

AYKIRI AKADEMİ – Reyhan Karaarslan

Barış Bıçakçı, sadece yazdıkları ile okur karşısında olan, fotoğrafı, röportajı olmayan hatta kimi okurlarına göre “yok aslında öyle bir yazar” denilecek kadar gizemli bir yazar. Yarattığı bu gizem, yazdıklarına ve ona olan ilgiyi arttırıyor. Her metni hasret ile bekleniyor. Modern insanın gündelik hayat içinde yaşadıklarını, ruh hallerini, kendi kabuklarında, sosyal hayattan uzak oluşlarını süslü cümlelere başvurmadan, duru, pırıl pırıl bir dil ile anlatıyor. Romanlarında tüm kahramanlar aynı ruh halinde gibi. Bu yüzden, bazen sadece isimlerinin değiştiğini, aynı kahramanın değişen hikâyelerini okuduğunu düşünüyor insan.

#Herkes Herkesle Dostmuş Gibi

“Herkes Herkesle Dostmuş Gibi” Barış Bıçakçı’nın okurlarına “merhaba” dediği ilk romanı. İlk karşılaşma… Bu ilk karşılaşmada Barış Bıçakçı, bizleri daha sonraki romanlarının kahramanları ile de tanıştırıyor. Hasan ile Sulhi, Ender ile Çetin, Nazlı ile Cemil... Hafifçe araladığı bir kapıdan romanlarının kahramanlarını gösteriyor. İlk başta merak uyandırmayan, sıradan, bizden biri gibiler. Çalıştığımız yerde, oturduğumuz sitede, yürüdüğümüz sokakta rastladığımız insanlardan.

“Yirmi altı yılı. Ve bu yirmi altı yıl boyunca tek bir şeyi istedim, tek bir şeyin peşinde koştum, koş dedim ruhuma, koş alçak, koş pislik, o da koştu… Karşıma çıkan herkesin, kadın erkek, çoluk çocuk, herkesin bana âşık olmasını istedim. İşte benim basit gerçeğim.”


#Veciz Sözler

Sulhi ile Hasan “Veciz Sözler” de, Ender ile Çetin “Bizim Büyük Yalnızlığımız”da, Nazlı ile Cemil ise “Sinek Isırıklarının Müellifi”nde karşımıza çıkıyor.

Aşk konuşturur insanı. Veciz Sözler’e katılanlardan hiçbiri söylemedi ama, aşk gevezeliktir. İnsan âşık olduğu insanı öpmek, okşamak, ona sarılmak, onunla sevişmek ister; makul istekler! Ama hepsinden önce onun hakkında başkalarıyla konuşmak, onu başkalarına anlatmak ister.”

“Veciz Sözler” de bir radyo programı ile kesişen hayatları okuruz. Kahramanımız memur olan, kendi dünyasında sessiz sedasız bir hayat yaşayan Sulhi Saygılı. Barış Bıçakçı romanlarının ortak öğelerinden biri olan “dostluk”, bu romanda da karşımıza çıkıyor. Sulhi ile Hasan, âşık oldukları kadınlara şiirler okuyan, aşkta aradığını bulamayan iki kader arkadaşı. Her ikisi de hayatı çarpıcı cümleler ile anlatmaya çalışıyor “Veciz Sözler” de.

“Karşılıksız veya söylenmemiş bir aşkı olan genç kadın ya da erkek, âşık olduğu kişinin hayatını iş edinen bir dedektiflik bürosu kurar. Küçük parçalarını bildiği o hayatın bütününü görmek için uğraşır, çıldırır. Çünkü ortaya çıkacak bütünde kendi yerinin ne olduğunu ölesiye merak eder.”


#Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Barış Bıçakçı sıklıkla öykü ve romanlarında erkeklerin hikâyelerini anlatıyor. Onlar kendi dünyalarına kapanmış, kendi dünyalarını da genellikle evlerinin içinde kurmuş olan erkekler. Romantik, kırılgan, duyarlı… Hepsinin bir diğer ortak yanı ise hayata tutunabilmek için nedenler aramaları. Bu nedenledir ki Barış Bıçakçı’nın kahramanları biraz Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı... biraz da Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı...

“Bizim Büyük Çaresizliğimiz” de aynı evi paylaşan iki iyi dost’un, Çetin ile Ender’in, aynı kıza, Nihal’e olan aşkını, Ender’in Çetin’e yazdıklarından öğreniriz. Bu iki arkadaş hayatlarını paylaştıkları gibi aynı kızı severek sevgilerini de paylaşır. “En büyük ahlaksızlık, demiştim kendi kendime, bir aşkı yaşamamaktır. Hayatı mümkün olan en geniş haliyle yaşamak gerekir” diyordu Ender. Aşklarının dostluklarına zarar vermesine izin vermeden seviyorlardı Nihal’i. Bunun nedeni belki de dostluklarının aşktan daha değerli olmasıydı.

“ Bizim büyük çaresizliğimiz Nihal’e âşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. Asıl çaresizlik buydu.”

Geçip giden zaman karşısında Çetin ile Ender’in çaresizliğine şahit oluyoruz bu romanda. Çocukluklarını özleyen iki dost, dış dünyadan korunmak için evin içinde, dört duvar arasında, kurdukları hayatta yavaş yavaş yok olmaktadır. Dışarıdan gelen çocuk sesleri ise onları kaybettikleri ile yüzleştirir.

Yönetmenliğini Seyfi Teoman'ın yaptığı 2011 yılında vizyona giren film, Barış Bıçakçı'nın aynı isimli romanından uyarlanmıştır. Oyuncular:  İlker Aksum (Ender) Fatih Al (Çetin) Güneş Sayın (Nihal)


#Sinek Isırıklarının Müellifi

Barış Bıçakçı, romanlarında yaşamdan farklı kesitleri gösteriyor. Bu kesitler bir birinden bağımsız gözüken aslında bütünü oluşturan parçalar. Bütün ise, baş etmek zorunda olunan iç sıkıntıları, yaşamı anlamlandırma ve var olma çabası. Bu çaba bazen aşkla, bazen de yazarak ortaya çıkıyor. “Sinek Isırıklarının Müellifi”ndeki Cemil de olduğu gibi.

Yazar olmak için işinden ayrılan Cemil’in karısı Nazlı ile Ankara’nın dışında, elli dört metrekarelik bir toplu konut dairesinde, dış dünyadan kopuk sürdürdükleri, iki kişilik yalnızlıkları anlatılır “Sinek Isırıklarının Müellifi”nde.

“Bir gün yazmaya inancı tamken, ertesi gün ülkede olup bitenleri düşünüyor, yazmak, üstelik dünyayla pek ilişkisi olmayan bir kahramanın romanını yazmak ona çok ahlaksızca geliyordu. Sonra, asıl dünya böyle bir yer olduğu için yazmak ahlaklı kalmanın bir yolu, diye düşünüyordu: Kalemle insan ancak kendisine kötülük yapabilir.”

Tamamladığı kitabını editöre teslim etmesiyle birlikte Cemil için sıkıntılı ve buhranlı bir bekleme süreci başlar. Bu süreçte Cemil’in edebiyat ve yazarlık üzerine düşünceleri bir bakıma Barış Bıçakçı’nın kendi yazarlık dünyasına da ışık tutar nitelikte.

“Hâlbuki sızıntı hep vardır, ip gibi, yaşadıklarımızdan, okuduğumuz kitaplardan, seyrettiğimiz filmlerden zihnimize akan bir şeyler hep vardır.”

Cemil okuduklarının ve izlediklerinin kendinde bıraktığı izleri yazarak derinleştirme ve koca bir dünya olma arzusundadır her yazar gibi.

“Siz de bilirsiniz, anlatmaya değer şeyleriniz olduğunu, bir gün bunları anlatacağınızı, yazacağınızı düşünmek ne güzeldir ve bu düşünce bir kez yer etti mi nasıl da perişan eder insanı! Şu dünyadaki en yüksek mertebe olan okurluk mertebesi size yetmemeye başlar. İnsan olmak size yetmemeye başlar. Dünya olmak istersiniz.”

Aslında yazmak için anlatmaya değer şeylerin olmasına gerek yoktu, neyin anlatılacağı değil, nasıl anlatılacağı önemliydi. “Yazmak bir bakıma anlatılmaya değmez olanı anlatmaktır. Böylelikle anlamsız olanı anlamlı kılmaya cüret etmektir.” diyordu Cemil. Aslında bu cümle Barış Bıçakçı’nın edebiyata bakışını, kendi biçemini de tarif ediyordu okura. Anlatılmaya değer olanın değil, en basit, sıradan olanın hikâyesini, az sözle anlatabilmekteydi marifet. Bu maharete sahip olduğunu ise Barış Bıçakçı, tüm roman ve hikâyelerinde okuruna gösteriyordu.

“Tavus, yazı âleminde pek makbul bir kuş türü değildi. “Bana kalsa ben serçeleri tercih ederim.”dedi Cemil.”


#Seyrek Yağmur

Barış Bıçakçı’nın kahramanları çoğunlukla iyi birer edebiyat okuruydu tıpkı son romanı “Seyrek Yağmur”daki Rıfat gibi. Dünya ile bağını edebiyat ve kitaplar üzerinden, yaşadığı küçük kitapçı dükkânında kuruyordu Rıfat. “Seyrek Yağmur” da Rıfat’ın zihninden geçenler parçalı olarak okura gösteriliyordu. Mesele yine edebiyat, yine yaşamdı.

“Ama şunu unutma, bir eksiklikten doğan tanrı fikri daha baştan sakat bir fikirdir. Eksiklikten değil; bütünlükten, tamlıktan doğmalıdır tanrı fikri. Bardak dolsun diye değildir tanrı, bardak taşarsa tanrıya ulaşırız.”

Rıfat’ın zihninden geçenlerin bir birinden kopuk, parçalı olarak anlatılması, “Seyrek Yağmur”un roman olup olmadığı konusunda, okurun kafasını karıştırabilmektedir. Ancak yine de kendine has yalın anlatımı ile Barış Bıçakçı “Seyrek Yağmur”da sinek ısırıklarının müellifi olduğunu, tavus kuşları ile değil serçeler ile ilgilendiğini bir kez daha hatırlatır.

“Sinek Isırıklarının Müellifi”nde dediği gibi;

“Hayır, o hamleyi bulamadım! Yazar filan değilim ben Editör Hanım, ben sinek ısırıklarının müellifiyim. Kitabımı basarsanız arka kapağına da okuyucu için lütfen şöyle bir uyarı yazın: Hiç acımayacak!”

Yönetmen Tufan Taştan, Barış Bıçakçı’nın "Seyrek Yağmur" romanındaki "Rıfat Diye Biri" adlı hikayesinden yola çıkarak  Nuriye Gülmen, Semih Özakça ve Vali Saçılık’ın direnişine ithafen 'Söz Uçar' isimli bir kısa bir film yaptı. Filmde Ahmet Rıfat Şungar, Funda Eryiğit, Özgür Çevik, Rıza Akın, Serdar Orçin ve Serkan Keskin rol aldı.

 

 

 


Herkes bilsin