Menu
28 Şubat 2018

Muhsin Ertuğrul'un genç bir sanatçı olarak portresi

Cansu Fırıncı

 

İlkokulu Tefeyyüz Mektebi’nde okumuş Muhsin Ertuğrul. ‘Tefeyyüz’ ne diye soracak olursanız, ilerleme, yükselme, feyz alma demekmiş. Tefeyyüz Mektebi’nin Ertuğrul’un kişisel hayatındaki rolü büyük. Ama yalnızca onun kişisel hayatında değil, Türk tiyatrosundaki rolü de öyle. Siz neden diye sormadan ben söyleyeyim, batılı anlamıyla tiyatromuzun kurucusu, nereden, kimden feyz aldıysa almış tiyatroya orada tutulmuş. İlk kez Arthur Conan Doyle’ın Sherlock Holmes oyununda ‘Bob’ rolüyle tirad atmış sahneden. Sonra başka oyunlar, başka tiradlar... Ardından tası tarağı toplamış, valizi eline alıp soluğu Paris’te almış. Neden mi? Tecrübeyle sabit, 19 yaş baba evini terk etmek için iyi bir yaş, bir de o zamanlar tiyatrocu olmak geçer akçe değil! Ailesi sahneye çıkmasını istememiş Muhsin Ertuğrul’un o da yurt dışına çıkmış. İşte bu kadar! Bilirsiniz o yaşlarda böylesine büyük kararlar bu kadar basittir işte.

Paris’te geçirilen bir yıl kısa ama Comédie Française büyük. Rus tiyatro topluluklarının oyunları da cabası. Bir de sinama matineleri... Osmanlı’da olmayan şey. Paris halkı için sıradan Muhsin Ertuğrul içinse büyülü ve feyz verici... Yurda dönünce Şehzadebaşı'nda açtığı Ertuğrul Sineması’nda film gösterimlerinin yanı sıra tiyatro oyunlarına da yer verecektir zira.

Fransa’da Rus tiyatrolarını izledikten sonra yurda döner dönmez ne yapmıştır peki? Bir İngiliz’in oyununu sahnelemiş ve başrolünü oynamıştır elbette. Sheakspeare’in Hamlet’ini.

Hamlet’ti sinemaydı derken, aydın görüşlü bir insanın o yıllarda siyasi mülteci olması için de 21 yaş iyidir! Görüşleri pek tekin bulunmamış, göze batmıştır genç sanatçının. Sonrası Paris’te bir yıl.

Ne derler nasıl derler bilemem ama ben şöyle söyleyebilirim; Paris biter tiyatro bitmez! Kim bilir Parisliler bu genç sanatçının modern Türk tiyatrosunu kuracağını bilseler onu konservaturarlarına kabul ederlerdi belki de! Etmemişler ama yurda dönen Ertuğrul’un özgüveni yerinde. Neden deseniz de demeseniz de ben söyleyeceğim. Muhsin Ertuğrul ve Arkadaşları topluluğunu kurmasından belli değil mi? Hemen peşi sıra ki yıllardan 1914’tür artık, işte buraya mim koyun, Darülbedayi Osmani’ye katılır. O gün Muhsin Ertuğrul’un göz bebeklerinde yeni bir tiyatronun heyecanı geleceğe göz kırpar. İşte tam o sırada savaş çıkar. Birinci Dünya Savaşı! Sonra valiz toplanır Muhsin Ertuğrul yine gurbete ama bu defa Berlin’e yollanır.

Berlin Muhsin Ertuğrul’un kişisel yaşamında önemli bir uğrak noktasıdır. Ama yalnızca onun kişisel yaşamı için değil Türk sineması için de öyle... Karanlıkta Işık filminde oyuncu olarak rol alır ama ondan daha manidarı “Brenaien Düşesi” filminde ihtilalcı bir subay rolüyle beyaz perdeye yansımasıdır! Filmde ihtilalci subay, memlekette tiyatronun ve sinemanın ihtilalcisi! İlkin İstanbul’u kendi kurduğu yapım şirketinin adıyla taşır Berlin’e. Ardın’dan Berlin’deki sinema tutkusunu Üstad Film’le ortaklık kurarak çektiği Samson, Kara Lale Bayramı ve Şeytan’a Tapanlar filmleriyle İstanbul’a...

Paris tamam, Berlin tamam bir tek Moskova eksikti bu gençlikte. Dolayısıyla Nâzım Hikmet... Muhsin Ertuğrul 1925 yılında Sovyetler Birliği’ne gittiğinde Nâzım ona tüm tiyatroların kapılarını sonuna kadar açmıştı bile. Dilediği tiyatroya gidip dilediği yönetmenle tanıştı, provalarını izledi. Elbette sinemacılarla da tanıştı, sinema artık onun tiyatro kadar değer verdiği en kıymetli uğraşlarındandı ne de olsa. Üç filmle döndü kolunun altında İstanbul’a; Tamilla, Spartaküs, Beş Dakika.

Yıl 1927’ydi ve Muhsin Ertuğrul Moskova’dan döner dönmez Darülbedayi’nin sanat yönetmenliği koltuğuna oturtuldu.

Yaş otuz beş, yolun yarısı. Bundan sonrası genç bir adamın değil, tecrübeli bir sanatçının yolu. Doğum yıl dönümünde onu gençliğinde yaptıklarıyla anmak, sanırım böylesi anmaların en güzeli...

 

 

 

 


Herkes bilsin