Menu
17 Nisan 2017

Yücel Erten ile Brecht Üzerine Söyleşi

 

Tiyatromuzun yenilikçi ve özgün yönetmeni Yücel Erten ile Brecht üzerine çok boyutlu bir söyleşigerçekleştirdik.Bir ayağı Türkiye’nin toplumsal dönüşümünde bir ayağı sanatsal açmazlarda olan bu söyleşiye her zaman olduğu gibi yalın, kendinden emin ve tartışma yaratacak yanıtlar verdi Yücel Erten.

 

SÖYLEŞİ

Tiyatro; yaşamın doğası gibi çeşitli kırılma anları yaşayarak günümüze dek gelmiş, insanlığın hakikatini sorgulayan bir sanat dalı. O halde çağın tüm toplumsal siyasal açmazlarını içinde taşımak zorunda. Bu bağlamda 2016 ekseninde Brecht güncelliğini nereye koyarsınız?

Şu sözüm ona liberal, ama aslında alabildiğine vahşi kapitalizm var ya; uluslararası ve sınırlar ötesi egemenliğini sürdürüyor. Sürdürüyor ne kelime, arttırıyor. İşte o ekonomik ve siyasal baskı, sömürü var oldukça, Brecht’in güncelliği de sürer. Bu, eşyanın tabiatına dair bir şey. Siyasal baskıların, faşist eğilimlerin yoğunlaştığı her yerde, Brecht’e asla söz verilmek istenmemesi, bunun işareti değil mi? Tersten gidersek: Güncelliğini yitirmiş olsa, örneğin bugün Türkiye’nin ödenekli tiyatrolarında fıldır fıldır oynanırdı. Çünkü bizim ödenekli tiyatrolarımız suya-sabuna dokunmayan oyunları pek sever. Dostlar alışverişte görsün için, nerde siyasal bakımdan damarsız bir oyun varsa; onu seçip oynar. Peki, yıllardır oynanıyor mu? Hayır. Neden? Tehlikeli görüldüğü için. Demek ki felaket derecede güncel.

Brecht faşizme karşı bir dil kurarken, hem tiyatronun olanaklarını zorluyor hem de toplumu kışkırtıyordu. Entelektüel tartışma alanının dışında Brecht denkleminden bakarak tiyatronun toplumu irkiltme görevini başarıyla sürdürdüğünü - bugün için - söyleyebilir misiniz?

Söyleyemem. Tabii ki tiyatro halkı sokağa döküp isyan çıkarmaz, devrim filan yapmaz. Ama tarihin ve toplumun çeşitli kesitlerine ayna tutar. Yerine göre içbükey ya da dışbükey. Ve burada varlığını haklı kılan şey, ne söylediği ve bunu hangi estetik kategorilere yasladığıdır. Türkiye için konuşuyorsak, çeşitli nedenlerle bu varlık nedenleri biraz flulaşmış görünüyor. Sadece apolitik duruş, toplumsal sorumluluk, ufuk darlığından söz etmiyorum. İmkânlar da çok daraltılmış durumda. Ödenekli tiyatroların çoğu, kışkırtma görevini sürgüne göndermiş durumda. Özel tiyatrolarda da irkiltme iştahı olsa bile imkânı yok.

Brecht, söylemini biçim olarak da özgünleştirerek kalıcı bir iz bıraktı. Artık büyük sanatçılar çağının aşıldığı savlarının öne sürüldüğü günümüzde tiyatronun yeniden böyle bir gücü edinmesi olanaklı mı?

Olanaksızdır demek, o güce ulaşabilme ihtimaline haksızlık olur. Kalıcı izler bırakacak, yol açıp yön gösterecek, yoldaşlar ve tilmizler yaratacak bir tiyatro, her an her yerde oluşmaz tabii. Ama bu mümkün olmadığı, olmayacağı anlamına gelmez. Ne ki yurdumuzda aymaz bir iktidarın sanat alanlarına karşı açtığı topyekûn savaş, bu ihtimali iyice zayıflatıyor. İnsana yatırımın enayilik sayıldığı, rant ve kâr hırsının öne geçtiği, karşıdevrime maniler düzülen bir toplumdayız. Bütün tiyatrolar ve tiyatrocular, bu darboğazda elden ağıza yaşamaktan öteye gidemiyor. Bir çeşit çölleştirme ile karşı karşıyayız. Ama işte çölde açan çiçekler de vardır...

Kapitalizme keskin itirazlarını tiyatro yoluyla gerçekleştiren Brecht, bugün yapıtlarıyla piyasanın gözbebeği halinde. Bu açmaz ve ikircikli hal üzerinden tartışırsak; Brecht yenildi mi, yoksa tiyatro esir mi alındı? Piyasacılığa karşı Brecht bugün ne tür bir tavır takınırdı sizce?

Piyasa mantığı öyle sakat bir şey. Sanat tarihinin en büyüklerini esir alma, meta olarak sunma, üzerinden kâr etme gibi bir kurnazlık. Bunu Che Guevara’ya da yaparlar, Nâzım’a da yaparlar, Shakespeare’e Brecht’e de yaparlar. Bu piyasacılığa karşı Brecht direnirdi diye düşünürüm. Kim direnmez ki? Ama işte kültürel miras cıva gibi, denetim altında tutmak zor. Ya cama hapsedeceksin, ya da kendi bildiği gibi parçalanarak akacak. Bilirsiniz, Brecht yapıtlarının doğru anlaşılması, sağlıklı yorumlanması için, sahneleyişleri üzerine kılavuz kitaplar hazırlamıştı. Sanatsal üretimi konserve etmek amacıyla değil, kafayı acemi berberlerin eline bırakmamak için. Ölümünden sonra karısı Helene Weigel o tutumu, Brecht’in vasiyeti doğrultusunda titiz bir şekilde korudu. Ne ki zaman ve para, sosyalist ülkeleri olduğu gibi, o disiplini de aşındırdı. Şimdilerde artık, aklına esen Brecht’in sırtına binip basıyor kamçıyı. Dünyanın akışı öyle. Biz bugün bundan Brecht sahnelerken biraz özgürlük tadı çıkarabiliriz ama. Brecht’in Marksist dünya görüşünü ve diyalektiğe dayalı dramaturgisini sırtından bıçaklamadan...

Bir yanıyla Brecht tiyatrosunun pek de gecikmeden ülkemizi derinden etkilediğini söyleyebiliriz. Türkiye’deki toplumsal değişimin lokomotifi olarak tiyatro görev üstlendiği dönemde, Brecht verimli bir kaynaktı. Brecht’in bizim tiyatromuzla olan bağı dün nasıldı? Bugün nasıl olmalı?

Başlangıçta Brecht’in meramını anlayıp sahnede hayata geçirmekte bazı zorluklar çekildi. Derinliğine irdelemeyip ortodoksiye sığınmak, bazı anlamsız şablonlara yol açmıştı. Hoş, yeterince kaynak olmayınca, nasıl derinliğine insin insanlar? Doğaldı. Ama göç yolda düzelir misali, giderek ‘diyalektik tiyatro’ kavramının daha iyi kavranmasıyla; Türkiye’deki demokrasi ve sosyalizm mücadelesine ciddi katkılar koyar hale geldi. Bir süredir diri diri gömülmüş görünüyor. Oysa faşizmle mücadelede, aydınlanma savaşında en yiğit, en akıllı yoldaşlarımızdandır Brecht.

Brecht’i, içeriğini gölgeleyen biçimde sadece biçimsel olarak algılayan yönetmenlerin bilerek ya da bilmeyerek Brecht’e zarar verdiğini düşünür müsünüz?

Hah, işte bu ‘içeriğini gölgelemek’ lafı çok güzel. Batıda, tuzu kuruların meclisinde çok sık yapılır bu. Genelde görselden baş döndürmek, teknolojiyle göz boyamak, gereksiz artistik perendeler atmak, uçuk yorumlarla ilgi çekmek şeklinde çıkar karşımıza. ‘Adam uçmuş’ diyorlar ya hani? Tamam, uçtun da, uçuşun kadar, nereye konacağın da önemlidir. Uçan, ama ayakları olmadığı için konamayan bir kuş olur mu? Benmerkezci bir yetenek gösterme ihtiyacının, ya da piyasanın belirlediği moda isterilerinin ağır bastığı yorumlara sempatiyle bakmam. Özgürdür, özgürlüğünü sonuna kadar kullanmasına bir itirazım olmaz tabii. Yasaklayacak halimiz yok ya. Ama bir düşünür, bir siyasal öncü, bir büyük yazar, bir büyük yönetmen olan Brecht’in içini boşalttığını, özünden saptırdığını da sözümüzü sakınmadan söyleriz...

Brecht’in müziği bir oyuncu gibi yaratının en değerli parçası olarak öne çıkarması halen geçerli bir olanak. Tiyatronun disiplinler arası bağı hakkında ne düşünürsünüz? Kimi yönetmenlerin görsellik uğruna kantarın topuzunu kaçırdığı yönündeki eleştirilere bir yanıtınız var mı?

Hiçbir şeye kategorik olarak, kapaktan itiraz etmem. Tiyatro sanatı, beyaz gibi görünen ışığı, yedi renge ayıran prizma gibidir. Ya da yedi rengi buluşturup beyaza dönüştüren o renk tayfı gibi. Bütün o disiplinleri özünde barındırır, oldum olası onların uyuşum ve kakışım sorunlarıyla yol alır. Esasen içerdiği o sanatlar ve disiplinlerle gücünü ve etkisini arttırabilir. Ama o disiplinlere esir düşme ihtimali de vardır. Sonuç olarak şöyle diyeyim: İster sanatın özgürlüğü düşüncesi, ister sanatçı olarak kendini ayrıcalıklı hissetme yanılgısı, ister yetenek abartısı, ister fantezi aşırtısı; bu yolda bizi kantarın topuzunu kaçırmaya sürüklemişse; bu bir marifet değildir.

 

 (*) Söyleşi, 1949’da Bertolt Brecht tarafından kurulan Berliner Ensemble’ın'Üç Kuruşluk Opera' oyununun öncesinde gerçekleştirilmiştir (12 Mayıs 2016)

 

 

 


Herkes bilsin