Menu
26 Mayıs 2017

Merhamet zulmün merhemi olamaz!

Sevinç Erbulak

Bence kitaplar insanların karşısına ihtiyaç duydukları için çıkıyor, pat diye. Okuma sıralaması bile yapsanız, bazen kitaplar; önce beni oku diyor; raftan düşüyor, tavsiye ile size geliyor, hediye ediliyor, bir şekilde avuç içlerinize geliyorlar.

 

Zilan anlatıyor: iki nehrin suyu yıkamaya yetmez.

"Nesini söyleyeyim, nesini anlatayım, nereden başlayayım, nerede bitireyim bilmem. Böyle dike söze gelmez şeyleri insan  kulağıyla değil, yüreğiyle duyabilir ancak. Bizim acımızın üstüne acı yoktur, bizim figanımızın üstüne figan yoktur. Şengal dağı kadar büyüktür derdimiz, göğsümüzün üstüne oturmuştur."

Bu hafta bir kitap bitirdim, göğsümün üstüne oturdu. Oturdu tam orama bir "Huzursuzluk".

Zülfü Livaneli " Huzursuzluk" adlı son romanına, "Harese" bin tarifi ile başlıyor.

Hüseyin'in hikayesinin peşine düşüp Meleknaz'ı arama yolculuğumuzdan evvel Harese kelimesiyle tanışıyoruz.

"Develere çöl gemileri derler bilirsiniz. Bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparıp çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir.

Bütün Ortadoğu'nun adeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz."

Zilan devam ediyor;

"Öyle çok kanımız döküldü ki, iki nehrin suyu bu kanı yıkamaya yetmez. Ulu Fırat, ulu Dicle bile temizleyemez bu lekeyi. Hikayemiz kıyamette kalmış bizim. Zilan, kuru, düz hatta içinde en ufak bir duygu kırıntısı taşımayan bir sesle, görev yapar gibi anlatmaya başladı.

O gün ak sakallı adamlar köyümüzü bastılar. Arabalarıyla çıkış yollarını kapattılar, hepimizi köy meydanında topladılar; kadınlarla çocukları bir yana, erkekleri bir yana ayırdılar. Ellerinde büyük silahlar vardı, hepsi siyah giyinmişti; siyah bayraklar asılıydı arabalarının üstünde. Bizim erkeklerimizin uzun bıyıkları olur, hiç kesmezler. Gelenler önce erkeklerimizin bıyıklarını kesti, siz Ezidiler kafirsiniz, İslam'ın düşmanısınız diye bağırarak erkeklerin bıyıklarını kazıdılar. Haydar amca karşı koyunca bıçaklarını çıkarıp kafasını kestiler, yere yuvarladılar; kafa toza toprağa bulandı. Ben elimle Meleknaz'ın gözlerini kapattım, elimi öyle bir sıkıyordu ki kıracak sandım".

Kitabın kapağını bittiğinde kapattım. Öyle bir kitap "Huzursuzluk", elden, kalpten bırakılmayan kitaplardan. Kalbe giren kitaplardan.

Dünyanın insandan ötürü çektiği, insanın dünyadan ötürü çektiği acıları çok açık anlatan bir kitap. Bir yol kitabı.

Çocukluk arkadaşı Hüseyin'in Mardin'de başlayıp Amerika'da biten kısa ömrünün ardından bu ömrün peşine düşen bir adamın hikayesi. Meleknaz'ın, Zilan'ın ve Nergis'in hikayesi. Bütün Meleknaz'ların hikayesi.

Okunmuyor, su gibi içiliyor.

"Bu boşluğu doldurmak için bu satırları yazmaya çalışıyorum, belki de kitap oluruna itiraf edeyim ki bunun amacı ne, bilmiyorum. Yazsam ne fark edecek, yazmasam be fark edecek diye düşünüyorum. İnsanlar okusa ne olur, okumasa ne olur diye düşünüyorum. İşte Zilan'ı dinlediğimden beri gün durumum bu, Şengal dağında taşların altında yatan Nergis'i düşünüyorum sık sık ve hayatta bir tek amacım olduğunu hissediyorum, bir tek; sadece bir tek amaç: Meleknaz denilen kızı bulmak, onunla konuşmak. Sanki içimde açılan derin boşluğu doldurabilecek tek kişi o. Yaza yaza sonunda bu kitabı neden yazdığımı da buluyorum: Derdim, olanları dünya aleme duyurmak falan değil, insanları bakın neler oluyor bu dünyada diye sarsmak da değil, bunların hepsini Angelina Jolie'ler benden kat kat iyi yapıyor. Ben sadece kendini tedavi etmek için yazıyorum, insan denilen yaratıkların arasında yaşama gücünü tekrar bulabilmek için".

Bence kitaplar insanların karşısına ihtiyaç duydukları için çıkıyor, pat diye. Okuma sıralaması bile yapsanız, bazen kitaplar; önce beni oku diyor; raftan düşüyor, tavsiye ile size geliyor, hediye ediliyor, bir şekilde avuç içlerinize geliyorlar.

İşte ben "Huzursuzluk" u böyle okudum. Annem okudu ve bana getirdi. Elleriyle getirdi bana, okumada sırasızdı, okunmayı bekliyordu. Açtım, okudum, bitirdim ve kapattım. Bir günde.

Harese ile başbaşa kaldım bir süre. Marulları, mavi kapıları, insanın insana ettiklerini, Mardin'i, Güneş Tapınağını, manastırı, üstelik de gittiğim halde, gördüğüm halde; bir daha ne zaman gidebileceğimi düşündüm durdum. Uzun uzun.

Kitapların böyle bir etkisi oluyor üstümde. Şehirleri, insanları, kavramları özletiyorlar ve öğretiyorlar...

İnsan denilen yaratığa merhamet etmeyi bir de.

Oysa:

"Merhamet keskin bir kılıç; merhamet gösterenin kabzasından tuttuğu ama karşı tarafı yaralayan bir kılıç. Çocukluğumda babamdan dinlediğim ve hiç anlam veremediğim bir hikaye vardı: Hz. Ali'ye, falanca senin için köyü sözler söylüyor demişler. Hayret demiş, oysa ben ona hiçbir iyilikte bulunmadım ki demiş".

Merhamet zulmün merhemi olamaz.

Mardin'li Hüseyin ile Işid zulmünü misliyle yaşamış Ezidi kızı Meleknaz'ın ve kelamın çocuklarının kitabı "Huzursuzluk".

Hemen almanızı ve okumanızı salık veririm.

İnsan hakikaten yapacaklarını erteliyor kitap bitene dek.

* * *

Bu haftama üç tane film sığdırdım.

Üçünü de yazmadan geçemeyeceğim.

Yo hayır bu yazımda değil, teker teker anlatmak istiyorum.

Bir gün ona sımsıkı sarıldığımda "yeter artık beni boğacaksın" demezse bırakmayacağım Farhadi'nin son filmi " Satıcı " ile buluşacağız haftaya.

 

Hocam geçen gün önerdiğiniz romanı okudum. Okudum da, sonunda adam inek oluyordu. Çok saçma. İnsan nasıl inek olur ki? sorusuna  " kademe kademe " diye cevap veren adamın, tiyatro oyununun, karısının, karısının bir gece ansızın başına gelenin, kedilerin, İran sokaklarının, provaların, peşine düşmenin, kurban iken cellat, cellatken kurban olmanın filmi. Hayatın filmi yani.

Hayatımın filmlerinden biriyle haftaya buluşuyoruz Aykırı Akademi'ciler...

O güne kadar kademe kademe insan olabilmemiz için dua edeceğim hepimize...

 

 


Herkes bilsin