Menu
16 Mayıs 2017

Türk gazetecilik tarihinin ilk skandalı ve bugünler…

Hıfzı Topuz’un “2. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi” isimli kitabında yer alan bilgilere göre, ilk Türkçe gazeteler ana akım Türk medyasının kaderini çizer gibi, son derece manidar bir ülküyle; hükümetin yaptığı işleri halka duyurmak amacıyla kurulur. Hâlbuki diğer ülkelerde gazeteler siyasal, sosyal ve ekonomik olaylar karşısında halkı aydınlatmak, kamuoyunu etkilemek için toplumca duyulan isteklerden doğmuştur...
 

Türkiye’de emekçi gazetecilerin bitmeyen çilesi ve holding gazeteciliğinin bugün geldiği içler acısı durum herkesin malumu. Bir yanda küçüklü büyüklü yandaşlar, diğer yanda yandaş olmaya, hem devlete hem sermayeye yaranmaya gayret eden ana akım medya ve bunların arasında sıkışıp kalan “fakir ama onurlu” muhalif yayınlar.

Gazeteciliğin içinde bulunduğu bataklığı görmek ve oraya nasıl düşüldüğünü anlamak için sadece geçmişi bilmek, bugünü kavrayabilmek açısından yeterli. Türk gazetecilik tarihinin hicap duyulması gereken başlangıcını hatırlamanın tam zamanıdır:

Osmanlı’da, azınlıkların açtığı basımevlerinden yüzyıllar sonra, ilk Türk basımevinin kurulduğu tarih 1727. Yani, matbaanın icadından 287 yıl sonra. Bu talihsiz gecikme için çeşitli sebepler rivayet edilse de bence asıl neden, başına gelecekleri öngören matbaanın Türklerin eline düşmemek için ayak diremesiydi.

 

İlk Türkçe gazeteler

Türk basımevinin akabinde Osmanlı’da gazetecilik de başlar elbette. Hem de ne başlamak! Daha en başından sonunun ne olacağı belliymiş denebilir. Hıfzı Topuz’un “2. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi” isimli kitabında yer alan bilgilere göre, ilk Türkçe gazeteler ana akım Türk medyasının kaderini çizer gibi, son derece manidar bir ülküyle; hükümetin yaptığı işleri halka duyurmak amacıyla kurulur. Hâlbuki diğer ülkelerde gazeteler siyasal, sosyal ve ekonomik olaylar karşısında halkı aydınlatmak, kamuoyunu etkilemek için toplumca duyulan isteklerden doğmuştur.

Özel sermaye ile çıkarılan ilk Türkçe gazete olan Ceride-i Havadis’in hikâyesi daha da beterdir. Bu gazete, varlığını bir rezalete borçludur. İstanbul'da yaşayan William Churchill adlı İngiliz tüccar, 1836’da bir gün Kadıköy'de avlanırken yanlışlıkla bir çocuğu yaralar. Tutuklanır. İşe İngiliz elçiliği el koyup, yabancılar için geçerli kapitülasyonları hatırlatır. Bir İngiliz vatandaşının tutuklanması hükümette panik yaratır ve Churchill hemen salınır. Dışişleri Bakanı azledilir. Churchill'e de özür olarak üç hediye verilir: Pırlantalı nişan, zeytinyağı ihracı için ferman ve gazete çıkarma izni. Churchill de başlar Ceride-i Havadis’i yayımlamaya…

 

150 yıldır aynı kafa!

Yıllar geçer. Türk basınında Namık Kemal, Ali Suavi gibi yenilikçi ve muhalif gazetecilerin görülmeye başlamasıyla, elbette devletin kudretli eli bu alana müdahalede gecikmez. Basınla ilgili ilk yasaklar, 1858 tarihli Ceza Kanunu’yla başlar. 1864’te ilk Matbuat Nizamnamesi (Basın Tüzüğü) yayımlanır. Muhbir Gazetesi, yazarı olan Ali Suavi’nin Sadrazam Ali Paşa’nın Girit konusundaki dış politikasını eleştiren yazıları nedeniyle 8 Mart 1867 tarihinde kapatılır. Muhbir’in kapatılmasından dört gün sonra gazetelere Ali Paşa’nın Kararnamesi (Kararname-i Ali) gönderilir. Ve hatta bu kararname ile Basın Tüzüğü’nün hükümleri dışında kalan durumlarda da hükümete gazete kapatma yetkisi verilir.

Hıfzı Topuz’un kitabında yer verdiği Kararname-i Ali’nin maddeleri güncelliğini hiç yitirmemesi nedeniyle çok önemlidir. Geçici olarak çıkartılan kararnamenin, bugün de dâhil olmak üzere, basın özgürlüğünün kısıtlandığı her dönemde tekrarlanan maddeleri aynen şu şekildedir:

“…gazetelerin birtakımının bir süreden beri kullandıkları dil ve tuttukları yol…

… Memleketin genel çıkarlarına karşı aşırılıklar…

… Devlete dil uzatanlar…

… Fesat aleti olarak birtakım zararlı düşünceleri ve yalan haberleri yazanlar…

… Halkın durumunun iyileştirilmesi ve memleketin ilerlemesine her vakitten ziyade çaba gösterildiği bir sırada...

… Asayişin ve düzenin korunması için…

… Bu kurala aykırı davranan gazetelerin, bütün devlete ve millete olan zararlarının önlenmesi için…

… Matbuat Nizamnamesi hükümlerinin dışında olarak hükümetçe eğitici ve önleyici önlemler alınmasına karar verilmiştir. İş bu Kararname geçicidir. Bunu yaratan koşullar ortadan kalkınca Kararname de kaldırılacaktır.”

Ali Paşa’nın Kararnamesi öngörüldüğünden çok daha uzun bir süre; 1909’a kadar yürürlükte kalır. Sebep, kararnamenin çıkartılmasına neden olan koşulların bir türlü ortadan kalkmamasıdır! O tarihten sonra da, ülkeyi yönetenler hep bu koşulların mevcudiyetini öne sürerek basını susturacaktır. Yani kararname bugün bile yürürlükte sayılır. 150 senedir farklı hükümetler gelir ve aynı maddeleri tekrarlayıp durur. Bkz. Bugünün Türkiyesi: “Ülkenin içinden geçtiği bu zor günlerde… Memleketin genel çıkarları için… Asayişin korunması adına…”

 

Beterin de beteri: Özal dönemi

Dört tarafı düşmanlarla çevrili(!) ülkemizde yıllarca süren sansür, gazete kapatmalar, gazeteci cinayetleri yetmezmiş gibi, liberal ekonominin kabak çiçeği misali açtığı Özal döneminde gazeteci-işverenler geleneği sona erer ve holding sahibi medya patronları dönemi başlar. Ortaya çıkışından beri hayırlara vesile olmayan, meymenetsiz Türk gazeteciliği, hükümet ve iş adamlarıyla ilişkilerin yoğunlaşması ve tekelci eğilimlerin güç kazanmasıyla daha da berbat hale gelir. Ve sonuçta ihale peşinde koşan, hükümetle iyi geçinmek için 40 takla atan nur topu gibi bir holding medyamız olur. Söz konusu paraysa gerisi teferruattır diyen bu erk sahipleri ara sıra didişse bile, genelde mutlu mesut yaşar giderler…

- Illustration: Garrincha Turkey Riots

 

 


Herkes bilsin