Menu
25 Mayıs 2017

Martin Eden ile Tanışma: Güzel Günler Göreceğiz!

Sevinç Erbulak

 

Sevgili Aykırı Akademi'ciler,

Kar kış, yağış derken buz gibi bir haftayı geride bırakıyoruz. Bir daha bu kadar soğuk olmasın hatta kış yasaklansın önümüzdeki senede.

Havanın sıcaklığı sendromun yoğunluğunu çok etkiliyor çok.

Size bir şey itiraf ederek başlamak istiyorum bu yazıma. İnsanın öğrencilerinden öğreneceği o kadar çok şey var ki. Artık eminim, aslında öğretmenlik bitmeyen bir öğrencilik bence.

Geçen gün derste öğrencilerim beni Martin Eden ile tanıştırdılar, sonra da bizi baş başa bıraktılar. Bu benim ilk Jack London kitabım evet. Bugüne dek neden daha önce okumadığımı bilemediğim Jack London'la Martin Eden vasıtasıyla tanışmış oldum. Her yeni tanışıklık bir başka kişiyle tanışmak demek....Bu yeni ve güzel kuralı da benimseyerek hemen başladım Martin Eden'i okumaya. Sonra okuduklarımın filmini izlemeye, sonra da uykusuz kalmaya ve her fırsatta kitaba dönmeye. Döne döne bitirdim kitabı evet, yatağımda döne döne...

Martin'in Ruth'a duyduğu aşkı bilmeden, Martin'in aşkına tanıklık etmeden başka bir aşk romanı yazılır mı bilemiyorum şimdi.

Kendimi bir ara okuduğum Martin ile izlediğim Martin'e o kadar kaptırdım ki ezber yapmayı unuttum geçen hafta. Provada azar işitseydim suçlusu Martin Eden diyecektim.

Bilenlerin zaten, herhalde; sen daha yeni mi okudun diyeceği, bilmeyenlerinse okumalarını çok ama çok istediğim Martin Eden'den bir kaç satırla baş başa kalın istiyorum şimdi.

Jack London'un otobiyografik romanı Martin Eden, kahramanımızın, büyük aşkı için eğitimsiz, görgüsüz bir işçiden, başarılı bir yazara dönüşmesinin mücadelesinin romanı. Yani sadece bu olmasa da özetle böyle ;) Martin'im amacına ulaştığında ise eski heyecanı nerede ? Peki Ruth nerede ?

Ah Ruth !!!!

 

"Neden daha önce göze almadın ?" diye sordu sertçe. İşim gücüm yokken....Açlıktan ölürken...Şimdi kimsem, o zaman da aynı adamdım, insan olarak, sanatçı olarak aynı Martin Eden'dım; o zaman neden yapmadın ? Kafamı duvarlara vura vura kendime sorduğum soru buydu. Sadece senin için değil herkes için sordum. Görüyorsun değil mi ? Değişmedim ben. Gerçi bana biçilen kıymetteki gözle görülür ve ani artış nedeniyle bu konuda sürekli şüphelerimi gidermem gerekiyor ama değişmedim. Aynı kemiklerin üzerinde aynı ten, ellerimde aynı, ayaklarımda aynı on parmak. Aynı adamım. Ne yeni bir erdem sahibi oldum ne de yeni bir gücüm var. Beynim, eski beyin. Edebiyatta ve felsefede yeni bir fikri ortaya atmadım. Kimse beni istemezken hangi kıymete sahipsem şimdi de öyleyim. Şu anda kafamı en çok kurcalayan şey, beni neden istedikleri. Beni kendim olduğum için istiyor olamazlar çünkü hala eskiden istemedikleri kişiyim. Demek ki beni başka bir şey için, benim dışımda bir şey için, ben olmayan bir şey için istiyorlar ! Sana bu şeyin ne olduğunu söyleyeyim mi ? Gördüğüm kabuldür bu. Halbuki o kabul ben değilim. İnsanların kafalarındaki bir şey o. Bir de kazandığım ve kazanacağım paralar için istiyorlar. Halbuki o para da ben değilim. Para bankada duran, herkesin cebinde olan bir şey. Sen de mi bunun için, kabul ve para için mi istiyorsun beni ?"

Daha önce göze alamayanlarla, aşabilenlerin romanı bu.

Hiç değişmeyenlerle, sürekli olarak değişenlerin...

Hayatı kabullerden ibaret görenlerle, her türlü kabule, kabullenişe karşı kendiyle bile uzlaşmaktan kaçanların, sürekli arayanların romanı.

O zaman neden yapmadın diye sorabileceğini bir aşkı olanların romanı.

Bir alıntı daha :

" Aşka tapıyordu. Akıl vadisinin ötesindeki dağların zirveleriydi aşkın memleketi. Varoluşun yüce bir hali, yaşamın zirvesiydi ve çok ender bulunurdu. Sevdiği bilimsel filozoflar ekolü sayesinde aşkın biyolojik önemini öğrenmiş ve aynı rafine bilimsel akıl yürütme süreci sayesinde insan organizmasının en yüksek amacını aşkla elde ettiği, aşkın asla sorgulanmadan hayatın en büyük mükafatı olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmıştı. Böylece aşıkları tüm öteki varlıklardan çok daha fazla kutsanmış sayıyor, dünya işlerinin üstünde, paranın, servetin ve muhakemenin fevkinde, halkın takdirinin ve alkışının yukarısında, hatta bizzat hayatın bile ötesinde olduğunu telakki ettiği "Tanrı'nın çılgın aşığının", hayatını "bir buseye" feda edebileceğini düşünmekten büyük zevk alıyordu".

Hayatını bir buseye feda edebilecek olanlar bugün kitapçınızdan Martin Eden'i istemeyi ihmal etmeyin....

 

Haftamın filmi, 30 haftadır birlikte yol arkadaşlığı yapmaktan büyük keyif aldığım ve çok şey öğrenip, paylaştığım yönetmenimiz Hasan Tolga Pulat'ın yönettiği ve Emre Kavuk'un yazdığı; ( Emre Kavuk da ikinci yönetmenimiz ), gönül verdikleri mesleklerinde, neredeyse birbirlerini tamamladıklarından artık emin olduğum "Güzel günler göreceğiz" filmi.

Bol ödüllü bu filmi izleyenleriniz çoktur ama ben yeni seyretmenin biraz da bana hissettirdiği pişmanlıkla, yazmak istiyorum size.

İç içe geçen hikayeleri, özellikle hakiki insan hikayelerini sevenler ve çok güzel oyunculuklar izlemek isteyenler için bire bir bir film.

Farklı karakterlerin meselelerinin birbirine değmeden aynı yerlerde dolaştığı film, yönetmenin kendine özgü diliyle de buluşunca ortaya izlerken film olduğunu unutturan bir şey çıkarıyor. Hayat gibi. Bazı detaylara çok üzüldüğümü itiraf etmeliyim. O detaylar hayatta da o kadar 'öyle' ler ki değişmeleri için daha yüzlerce senaryo yazılıp hepsinin filme çekilmesi gerek diye düşünüyorum. Daha çok yolumuz var güzele ve iyiye. Yol uzun ama bizde de sıkı inat var iyi ki.

Güzel günler göreceğiz, benim için bir umut filmi oldu. Kahramanların hiçbiri güzel bir gün  göremese de, İstanbul'un keşmekeşinde, tam bir günde geçen film bittiğinde, hatta belki de tam bittiği o anın sebebiyle, güzel günler görebileceğimize dair umutla oturdum  öyle bir süre.

Uğur Polat, Nesrin Cevadzade, Barış Atay, Feride Çetin ve Buğra Gülsoy'u bir kez daha tebrik ediyorum. Benim sonra sette yönetmeniyle uzun uzun sohbet etme şansım da oldu elbette. Merak ettiklerimi, gözümü kapattığımda ilk hissettiklerimi söyleme lüksüm oldu evet. İzleyin, bakarsınız bir gün sizin de olur; dünya küçük; hayat kısa ama yazdığım gibi bizde de inat uzun, iyi ki....

Haftaya adam gibi bir tiyatro oyunundan bahsedeceğim. Tiyatroadam'ın İvan İvanoviç'inden. Var mıydı ? Vardı evet. Hem de gümbür gümbür var olanlarınkinden...

İçiniz ve kalbiniz sıcak kalsın. Gerisi kolay. Kararmasın bildiğiniz yerdeki cevahiriniz, yeter.

 

 


Herkes bilsin