Menu
24 Mayıs 2017

Çok güzeldir bazen geriye dönüp bir daha bakmak güzel bir şeye

Sevinç Erbulak

Çok güzeldir bazen geriye dönüp bir daha bakmak güzel bir şeye... o şeydeki eski kendimize de bakmaktır biraz bu...

 

Dünya Fidel Castro'suz artık.

Biraz daha eksildik. Onun unutulmayacak anısına bir film seçtim bizlere...

İzleyenler bir daha izlesin, çok güzeldir bazen geriye dönüp bir daha bakmak güzel bir şeye...O şeydeki eski kendimize de bakmaktır biraz bu. Hep söylüyorum bunu zaten değil mi ? Farkındayım.

Ferhan hocamın ( Şensoy ) anılarında, hatta haftamın kitabı yapmaya şu an karar veriyorum, yazıyı yazarken yani; ne tuhaf bir an bu böyle ;), "Hacı Komünist" adlı şahane kitabında, film çekmeye gittikleri Küba'da bir gün sete Castro'dan zarflar gelir. Oyunculara ve teknik ekibe. Açıp içlerine bakarlar. 5 dolar ile 20 dolar arası değişen zarflardır, eğer ben şimdi yanlış hatırlamıyorsam. Bunun ne olduğunu sorduklarında, zarfları getiren görevli, ekibe Castro'nun selamını iletip onun ağzından şöyle der; " Benim topraklarımda hiçbir emekçi, yaptığı işin karşılığını almadan evine dönmez".

Eğer yine yanlış hatırlamıyorsam, Ferhan hoca ve film ekibi şaşkınlıklarını atlattıktan sonra parayı Küba'da bir tiyatroya bağışlarlar.

Hacı komünist şahane bir kitaptır. İnsanın hayatında, ölmeden önce tekrar tekrar okunacaklar listesindedir.

Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnemiz eski halindeyken okumuştum ben, ilk okuyuşumda; çay ocağındaki mavi koltuklarda... Kaç kere antre kaçırmama ramak kala uyarıldığımı hatırlıyorum. Kitabı bırakıp sahneye koşmuştum hızlıca. İnsan, okurken o kadar sesli gülüyor ki, ekip arkadaşlarım 'Yahu Sevinç acaba evde mi okusan sen bu kitabı' demişlerdi bana. Sonra, okusun diye verdiğim bir arkadaşım da okurken aynı şekilde kahkahalar attığından, uzun uzun konuştuğumuzu hatırlıyorum aval aval bakanlarla, yahu ne yazmış olabilir bu kadar komik olabilen diye...

Ferhan Şensoy'un yazdıkları tarif edilemez biliyorum. Çok iyi bildiğim nadir şeylerden biri de bu bak. Ortaokul yıllarından bu yana günlük tutan Ferhan Şensoy, bilmiyorum nasıl yapıyor ama üzerinden zaman geçen anılarını sonra böyle alıyor, onlara gülüyor; hatırlıyor ve yeniden yazıp bize armağan ediyor.

Fidel okumuş mudur acaba "Hacı Komünist"i. Okusun isterdim. Çok isterdim. Bayılırdı kitaba bence. Ferhan hocayla şarap içsinler ve sabaha kadar sohbet etsinler de isterdim. Dünyayı bu boka bulanmış halinden kurtaramasalar bile çok şahane bir gece geçirirlerdi. İki büyük adam.

Elveda Fidel, bak sana bir kitap ile veda ediyorum ben de... Bak ne güzel anlatıyor Ferhan hoca senin Küba'nı...

"Havana'da tatil günüm. Bugün fırtına dolayısıyla çekim iptal oldu. Kent merkezini dolaşıyorum sokak sokak. Bir kenti öğrenmek için önce orada kaybolacaksın, ancak o zaman çözersin işi. Kentte deniz ya da ırmak varsa daha kolaydır işin, bir kerterizin var demektir. Arkamı denize verdim, daldım bir sokağa. O sokak senin, bu sokak senin, şu sokak kimin biçiminde aylak aylak dolanıyorum. Dikkatimi çeken bir şey, iki sokakta bir rastladığım Devrimi Savunma Komiteleri, kahve gibi her yerde var bunlardan. Önce garibime gidiyor, düşündükçe çözüyorum işi. Senin devrim yapman yetmiyor, bu devrimin sürekli savunulması gerekiyor. Örneğin bizdeki şapka devrimi. Atatürk giyiyor fötr şapkayı, vın Kastamonu! Şapka devrimine karşı çıkan yer! O gün çözümleniyor Kastamonu'da konu. Şimdi Kastamonu'da durum nedir? İstanbul'da durum nedir? Kılık kıyafet yasası uygulanıyor mu? Hayır. Her sokakta bir tane Kılık Kıyafet Yasası Savunma Komitesi olsaydı, İstanbul'un Fatih semti Tahran'laşabilir miydi ?

Devrimin ilk görevlerinden biri devrimi korumaktır demiş Che Guevara.

Beni bir meydana ulaştıran sokağın köşesinde ünlü Otel Colina'yı görüyorum. Karşısında Havana Üniversitesi. Hemen giriyorum otele. 1960 ilkbaharını düşünerek. Dibi derin bir gülümsemeyle yanaşıyorum resepsiyona:

- Fidel'in CIA tarafından zehirlenmesinin düşünüldüğü süit odayı gezebilir miyim?

Sonradan CIA ajanı olan, Fidel'in büyük aşkı Marita bu otel odasına onu zehirlemek için geliyor, yüreği pır pür, 1960 ilkbaharında. Aşkı galip geliyor, gönlü elvermeyerek CIA'ya ihanet ediyor. Vazgeçiyor eski sevgilisini zehirlenmekten. O süit odayı görmek arzusundayım. Bir an duralayıp beni süzüyor resepsiyoncu.

- Amerikalı mısınız?

- Hayır. Amerikansızım.

- Öyle bir odamız yok senyör.

- Burası Otel Colina değil miydi?

- Evet senyör.

- Bir süit daire kiralamak istiyorum.

- Hiç süit dairemiz yok senyör."

Annemle seneler önce Küba'ya gitmiştik, seneler dediğim 20 seneye yakın olmuş. Fidel Castro'yu çok görmek istediği için onun ofisinin uzun yokuşunu birlikte tırmanmış, birlikte terlemiştik Küba'nın haziranında. Ne güzel bir ayda gitmişiz meğer biz Küba'ya. Belki annem ve kızımla da gideriz bir daha kim bilir?

Yokuşu tırmanırken belli bir noktadan sonra durdurulmuş ve o noktadan sonra artık devam edemeyeceğimiz konusunda uyarılmıştık. Dün gibi hatırlarım annemin,  "Ama bakın bu benim için çok önemli, ben ona Deniz Gezmiş'in hapishanede ördüğü boncuk kemerlerden getirdim, ona vermem gerek, lütfen siz bir geldiğimizi haber verir misiniz" deyişini. Anlatamamıştı. Belki ben, bu yaşımda olsaydım ikimiz birlikte anlatabilirdik, bunu da bilemiyorum şimdi. Çok isterdim annemin de Fidel'le biraz oturmasını, ona heyecanla neler anlatırdı kim bilir? Bazı şeyleri bilmeye imkan yok, ne kötü.

Haftamın filmi " Motorsiklet Günlükleri" idi. Gael Garcia Bernal'den Che Guevera izleyelim istedim. Ben izleyeli çok olmuş. Bu hafta bir de filme geri dönüş yapacağım. Kendime biraz daha iyi bakabilmek için. Bunu yazmak üzere oturup Hacı Komünist'i yazdım  önce ama olur öyle..

Bu hafta biraz daha eksiğiz dedim ya, belki parçalarımızı tamamlayabiliriz.

Geçen hafta nihayet Sumru Yavrucuk'un "Shirley"sine gittim. Bir gittim ki ne göreyim ?  Willy Russel'ın "Bir Kadın" adlı oyununu almış ve uyarlamış Sumru Yavrucuk. Uyarlamanın çok ötesine geçmiş hatta. Yeni bir oyun yazmış. An an, kelime kelime.

Yağmurun altında seyircilerin arasında sahneye öyle bir gelişi var ki daha o anda, kapüşonunun altında, yüzünü görmeseniz de anlaşılıyor ne izleyeceğiniz. Sumru Yavrucuk, sahne için doğmuş olanlardan... Doğum anı şanslılarından yani.

Shirley, Mary, Songül, Fatma, Martha;  ne oynarsa oynasın böyle bu. Ebru Nihan Celkan'ın "Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi" isimli oyununda onu izledikten sonra, acaba bundan sonra ne oynanacak diye çok merak etmiştim. Öyle bir oyundu o çünkü. Ya da "Leenane'nin Güzellik Kraliçesi''nden sonra... Hatta bazen bizim sette baskı bile yapmaya çalışıyorum kendimce, yeniden oynasa da seyretsem diye. Bazen başaracağımı hissettiriyor bana...

Shirley, ertelediklerinin ardından, kendini aramaya çıkan bir kadın. Evden biraz uzaklaşırsa kendinin nerede saklandığını bulabileceğini düşünen bir kadın. Ya da seyirciye bunu düşündüren bir kadın.

Dünyanın herhangi bir yerinde yaşıyor olabilirdi. İsmi de biz ne istiyorsak o olurdu. Shirley, bir kızı bir oğlu ve bir kocası olan bir kadın. Herhangi bir kadın. Yazıyla 'bir'. Sıradan, basit bir 1. Ne zaman ki 'Valentine' soyadını ve o zamanlarını hatırlamaya başlıyor bir şey oluyor işte o anda... Bir şey değil pek çok şey oluyor ve Shirley kendini havaalanında buluyor. Sonra da..... yazmıyorum nerede bulduğunu buraya.

İzlerken güldüm, gülerken, yahu ne güzel gülüyorduk niye ağlıyoruz şimdi diye sordum kendime. Ağlıyordum, gülmeye başladım; ay iyi oldu yine bir gülme geldi bana bak dedim. Oyun boyunca Sumru'nun peşinden sürüklendim yani. Hep birlikte sürüklendik. Şehirde oynarken yakalarsanız ve de bilet bulabilirseniz izleyin, önceden alın yerlerinizi derim, bu suratsız günlerimize bir parça umut olsun.

Çünkü umut hep var da, yönümüzü kaybettiğimizden onu bulmakta güçlük çekiyoruz.

Yön ararken de işte böyle güzel oyunlar var, kitaplar ve filmler var. Müzik var. Ne bileyim Degas'nın balerin kızları var. Var oğlu var işte. Var kızı da var.

Bakmasını bilelim.

Güzel, güzel haberlerdeki ler'ler kadar olmasa da, sendromsuz bir haftanız olsun.

Kalın akıl sağlığınızla....

 

 


Herkes bilsin