Menu

Hakem Devam Dedi

Aytuna Tosunoğlu


Heyhat.

Şimdi devre arası ama kocaman adamların, aralarına dahil olmayı başarmış kadınların, mevki sahibi(!) kişilerin boyun damarları dışarı fırlamış bir halde ve kendileri gibi olan on binlercesiyle birlikte hop oturup hop kalkarak, toptan gözlerini ayırmamalarına ve top kaleye girdikten sonra nasıl göründüklerine bakar, bakarım. Çok iyi tanıdığım, soğukkanlılığıyla bildiğim, yaşıtlarının dede olduğu bir dostum, tuttuğu takım gol kaçırınca önünde duran sehpaya bir tekme atmıştı. Onu ayıplamam, yargılamam mümkün değil. Bendenizde böyle bir tutku olmadığı için hayıflanırım...

Üzüntüm bundandır.


Ve bu yazı bir tür anlamak çabasıdır. İşin içine çok kaynaklı, multi-disiplinli okumalar girince tutkuya duyulan merak ve beraberindeki onlarca soru yerini başka sorulara bırakıyor: Ortada dönen, anılan bu kadar transfer parası, bu kadar dedikodusu, bu kadar şımarıklık bir yozlaşmanın işareti değil mi, yani… Yozlaşma aşamasını belki başka bir yazıyla anlamaya çalışırım. Futbolun kendini meydana getiren özelliklerinden uzaklaşması, özünden ayrılması üzerine kaleme alınmış çok sayıda makale var.  


- Henri Rousseau, Futbol Oyuncuları, 1908

Bundan iki bin altı yüz küsur yıl önce, Kuzey İtalya'nın Etrüskler’i aslında tanrılara kurban olarak gladyatör savaşları ve araba yarışları şeklinde sunulan etkinlikleri halka (yani Romalılara) açık oyunlar olarak düzenlemişler. Romalılar, ortalama bir yılda oyunları yaklaşık 10 ila 12 kere organize ederek bu uygulamaya devam etmişler. Tüm masrafları dönemin imparatoru karşılamış, üstelik.

Devam eden yıllarda iktidara gelen imparatorlar kendilerini önceki yılın yarışmalarını –hem oyunların tarzı olarak hem izleyici sayısı olarak- geçmek zorunda hissettikçe, zaman içinde oyunlar daha görkemli, daha ayrıntılı bir hal almış. Bu sayede stadyuma daha fazla katılımcı ve izleyici gelmiş, daha sık yapılmaya başlanmış ve dolayısıyla gittikçe daha pahalı ve daha tuhaf olmuş.

Tuhaflığı hayal etmeye çalışalım (bu konuyu kapsayan Hollywood sinema filmlerine mecburen selam edelim): İki tane yapılı, güçlü, savaşçı erkek silahlarını hazırlar. Heyecanlı, sabırsız Romalı kalabalık büyük bir beklentiyle ve yüksek sesle tezahürat yapar. Her iki savaşçı bugünün son günleri olabileceğinin tam olarak farkındadır. Onlar, başkalarının keyfi için ölümüne mücadele eden gladyatörlerdir. İşin öncesinde ettikleri yemin, nasıl bir adanmışlık duygusu içinde olduklarının da bir göstergesidir; “Yakılmaya, bağlanmaya, boğulmaya, dayak yemeye ve kılıçla öldürülmeye katlanacağım.”

İki gladyatör birbiri etrafında döndükçe, her biri hedefinin rakibini hızlı bir şekilde öldürmek yerine onu sakatlamak veya tuzağa düşürmek olduğunu bilmektedir. Dahası, kalabalığı memnun etmek için kavganın yeterince uzun sürmesi gerekir. Gladyatörler kılıçlarını savurur ve topuzlarını sallarlar. Sıcak güneşin altında ter dökerler. Her can hıraş harekette yerdeki kum kalkar, pis sinekler hareket halindeki bedende açık ve kanayan yaraların üzerine konar, kalkar, konar. Aniden, gladyatörün biri diğerinin üzerine ağ atarak onu tuzağa düşürür ve üç uçlu mızrak ile onu öldürmeye çalışır. Galip olan, kalabalıktan bir işaret bekler. Kaybeden gladyatör iyi bir mücadele verdiyse, kalabalık hayatını kurtarmayı seçebilir ve yenilmiş gladyatör başka bir gün, başka bir oyunda ölmek için yaşayacaktır. Ama genelde olduğu gibi kalabalık kaybeden savaşçıdan memnun değilse, memnuniyetsizlikleri katliam anlamına gelir. Bir işaretle yenilen öldürülür. Kalkan kum, toz oturur. Sinekler üşüşür.

Antik Roma'da ölüm on binlerin izlediği bir eğlence biçimidir.

Birçok modern ve profesyonel spor stadyumları gibi, 50 bin izleyici kapasiteli Antik Roma Kolezyum’unun zengin ve güçlü kimseler için loca koltukları vardır ve üstlerine onlardan başkası oturmaz. Kolezyum’un zemini altında silahların saklandığı ve hayvan ve gladyatörlerin gösteri için sıralarını bekledikleri odalar, koridorlar ve kafeslerden oluşan bir labirent bulunur. Kolezyumun tabanı – yani saha -  aynı zamanda su geçirmezdir ve deniz savaşları yapmak için suyla doldurulabilir. Özel drenajlar suyun pompalanmasına ve tahliye edilmesine izin verir. Kaynaklardan not düşmek gerekir; deniz savaşları nadiren yapılmış, çünkü su Kolezyum’un temel yapısında ciddi hasara yol açıyormuş.

Büyük kalabalıkları bir araya toplamayı başarmış bir organizasyon hali hazırda mevcutken, bir topun ayakla buluşmasının kısa öyküsüne bakmak gerekir...

Çin’de, milattan önce 2. ve 3. yüzyıllarda, başka bir deyişle Etrüskler’in stadyumu doldurup iktidara kafa tutmamaları için algı çarpıtmasına uğramalarından dört yüz küsur yıl sonra, orduyu oluşturan vakur, güçlü adamların bacaklarını ve dengelerini güçlendirmek amaçlı yapılan bir egzersizden bahsedelim – ki futbol oyununun atası olarak belirtiyor, kaynaklar. Uzun bambu kamışları üzerine sabitlenen küçük bir fileye (kaleye), 30-40cm çapında, üzeri hayvan derisinden, içi belli bir oranda tüy ve kıl ile doldurulmuş gergin bir topa ayakla vurmaktan ibaret bir egzersizdir.  Bu egzersizin bir varyasyonuna göre, oyuncunun kaleye engelsiz olarak nişan almasına izin verilmez, bunun yerine rakiplerinin saldırılarına karşı koymaya çalışırken ayaklarını, göğsünü, sırtını ve omuzları kullanmak zorundadır. Elleri kullanmak da yasaktır.


- 1907, Çin’de Futbol Klubü Oyuncuları sahada – vintage karpostal

Yüzyıllarca geriye gidince farklı derecelerde değişen, en az yarım düzine farklı oyunu ve futbolun tarihsel gelişiminin takip ettiği yolun izini sürmek mümkün. Bununla birlikte, insanoğlunun binlerce yıldır bir topa vurunca keyif aldıkları gerçek olarak kalır ve aslına bakarsanız elde top oynamanın daha “doğal” şeklinden bir sapmadır, futbol oyunu...

İnsanoğlunun oynamaktan keyif duyduğu oyunlar zaman içinde evriliveriyor... Stadyumları doldurmaya alışmış kalabalıkların yine zaman içinde futbol oyunu için tezahürat yapması, heyecanlanması, takım tutması bir tesadüf değil. Çağlayan ve Fişekçioğlu’nun bir makalesinde futbolun modernleşme süreci ile birlikte belli bir alt kültüre ait oyun olmaktan çıkarak, kitlelerin peşinden sürüklendiği popüler bir eğlence aracı olmak yanında, insanların dinsel ya da yarı dinsel biçimde bağlılık gösterdikleri temel bir doyum kaynağı statüsü edindiğinden dem vurulur. İşin içine dinsel bir benzeşim girince de kalabalıkları birlikte hareket etmeye iten faktörler üzerinde düşünmeye değer.


-Türk, Ermeni ve Rum oyunculardan kurulu Tatavla (Kurtuluş) futbol takımı, 1926. Takım Rum, Ermeni ve Türk oyunculardan oluşuyor ve hepsi iç içe Kurtuluş'ta yaşıyordu, Inan Kıraç Koleksiyonu

Futbol taraftarlığıyla örgütlü din arasındaki benzerlikler şaşırtıcıdır. Her ikisiyle de özdeşleşen söz dizelerini bir düşünün: İman (genel anlamda bir dine ya da yaşam tarzına gönülden bağlanmak anlamını taşır), bağlılık, tapınma, ritüel, adanma, fedakârlık, taahhüt, ruh, dua, ıstırap, bayram ve kutlama.

Dini futbol eğlencesiyle aynı kefeye koymak tuhaf gelebilir, ancak tiyatroya pek ender giden ya da futbol dışında bir spor etkinliği için neredeyse hiç seyahat etmeyen insanlar için dinin bir tür grup terapisi olduğunu, aynı kelimeleri zikrederek bir doyuma, rahatlamaya, boşalmaya neden olabileceğini unutmamak gerekir. Ölümlü olduğunu bilerek yaşamak, bu fikirle yaşamak zordur, çünkü... Spor ve din ayrı ayrı sınıflandırılabilir; ne var ki kesişme noktalarını gözden kaçırmak güç olacaktır. Bir ritüel birlikteliği gerektirirse, onu uygulamak eğlendiriciyse, o zaman bir futbol stadyumunda yaşanan eğlence de ritüel temelli olabilir. Taraftarlar takımın renginde giyinir, takımın bayraklarını, simgelerini ve maskotlarını taşır. Ardından takım tezahüratının bir ağızdan tekrarı, el çırpmalar, karşı takımı yuhalama, Meksika dalgası ve benzerleri gelir. Bir spor karşılaşmasında marş söylemek, kutsal mekânda bir arada olmakla aynı psikolojik etkiye sahiptir, diye düşünebiliriz.

Futbol eğlencesinin dini ritüellerle belirgin benzerlikler taşıdığı düşüncesinden hareketle, taraftarlarla tercih ettikleri futbol takımı arasındaki ilişkinin dini deneyimlerle karşılaştırılabilir psikolojik etkilere, dinin dünya çapında beşerî bir uyarlama olmasını sağlayan etkilere sahip olup olmadıklarını sorgulamak mantıklı olur.

Batılı toplumlara ait bilimsel makaleler, insanları taraftarların tuttukları takımlara ve hayran oldukları yıldızlara gündelik hayatlarına anlam ve odak katacak şekilde, yüksek bir bağlılık duyduklarını ifade ediyor. Dahası, tıpkı dinin inananlara gündelik yaşamlarını aşmada destek olması gibi, spor izleyiciliği de taraftarların basmakalıp hayatlarından kaçmalarını sağlayan, dönüştürücü bir deneyimdir. Bu açıdan bakınca yüz boyama, saç renklendirme ve çarpıcı giysiler takımla özdeşleşme, gündelik kısıtlamalardan kaçış ve bir taraftar toplumu oluşturmak dahil, belirli dini amaçları yerine getirmek olarak değerlendirilebilir.

Kapitalist sistemin ihtiyaçlarınca şekillenen futbol avutan, akıl çelen dikkati günün acil toplumsal sorunlarından ve konularından saptıran bir çeşit kültürel anestezi, sanki bir ruhsal mastürbasyon veya “uyuşturucu” olarak hizmet vermekte... Marx, dini insanların afyonu olarak tanımlamıştı. Futbolun bu yüzyılda geldiği nokta insanlığın yeni afyonu olduğudur.

Tüm bu olan bitenden kimlerin “günü kurtardığını” tarih bize söylüyor: Antik Roma’da bu yazının başında anılan ve kalabalıklar için düzenlenen oyunları iktidar yoksul ve işsizleri eğlendirmek ve meşgul etmek için kullanmıştır. İmparator, isyan etmeyecekleri umuduyla yoksulların kendi yoksulluklarından dikkatini bu oyunlara çekmek sureti ile oyalıyordu, işin özü.

Şimdi durum farklı mı... İktidar buradan elde ettiği gücünü (de) elinden bırakmamak için halkın isyan duygularını oyunlar üzerinden ve taraftar olmayı teşvik ederek oyalıyor. Baş edemeyeceği bir kalabalığı ıslah(!) edebilmek için onu bölmeyi, bölünmüş durumda tutarak tahakkümü hedeflemiş.

Bizde ve her yerde olan biten budur. Heyhat.

 “Bana yüz elli bin kişilik bir uyku tulumu yapın!”

Barnebau Stadı’nın yapımı için Franco demiş.

 

 

MERAKLISINA FAYDALI OKUMALAR:

 

İlgili Yazılar;
Din kitlelerin afyonudur, peki ya futbol?

 


Herkes bilsin