Menu

Bronz Ayna ve Leydi Murasaki Shikibu...

Sevinç Erbulak


Yine benim aşk kitabımdan bir bölümdeyiz bu hafta.

Sayfalarına defalarca çok güzel çok diye yazdığım bir şahane bölüm.


Çoğu insan, bir dilek havuzu ya da bir çeşmeye, şans getirmesi için bir iki bozuk para atar değil mi? Roma'daki ünlü Trevi çeşmesine turistler her gün şans getirmesi ve tekrar Roma'ya gelebilmek için toplam yaklaşık 3000 avro atıyorlar. Bu turistlerden biri de benim.

İnsanlar binlerce yıldır suya değerli şeylerini atıyorlar. Bu sıra dışı dürtü ve her zaman basit bir dilek için bozuk para atılmasından ibaret değil, geçmişte bu genellikle Tanrılara, bir ölüm kalım meselesinde ricada bulunmak için yapılıyordu Akademililer...

Arkeologlar düzenli olarak Britanya'nın dört bir yanındaki nehirlerde ve göllerde binlerce yıl önce Tanrılara bağışlanmış silah, mücevher ve değerli metaller buluyorlar. British Museum'da (gittim, camın arkasından saatlerce izledim onları biliyorsunuz) dünyanın dört bir yanından gelen ve bir zamanlar kutsal bir amaç ya da eğlence için suya bırakılmış objeler var. En büyüleyici olanlarından biri de yaklaşık 900 yıl önce Japonya'daki bir tapınak havuzuna atılmış olan bu ayna.

1100 dolaylarında yazılmış olan Büyük Ayna adlı ünlü Japon tarih metninde ayna yalnızca bir sese sahip değil, Japonya'nın kendisine de açılmasını sağlama gücüne sahip.

Ben geçmiş bir zamandan gelen, parlatılmadan temiz kalan, iyi beyaz metalden yapılmış, basit, eski moda bir aynayım. ....Şimdi çok önemli konulardan bahsedeceğim size....Dikkatle dinleyin beni, millet. Beni dinlerken, Japonya'nın tarihini dinlemekte olduğunuzu aklınızdan sakın çıkarmayın.

Bu ayna yaklaşık olarak bir çay tabağı büyüklüğünde, yuvarlak bir biçime sahip ve elime rahatlıkla sığıyor. Bir kulbu yok ama bir zamanlar asılabilmesi için bir askısı vardı. Gümüşlü camdan yapılmamış, bu bronz ayna gibi ilk aynaların hepsi daha sonradan yüzünüzü görebileceğiniz kadar çok parlatılmış metalden yapılmış.

 

Japon kültüründeki pek çok şey gibi aynalar da ilk olarak Çin'den gelmişti. Yaklaşık 1000 yıl önce Avrasya'daki topluluklar aktif bir şekilde mal, fikir ve inanç alışverişinde bulunuyorlardı. Sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda Japonya bu alışverişlerde aktif bir katılımcıydı, özellikle de Çin ile yapılanlarda. Ama bütün büyük Asya ticaret yollarının en sonunda yer alan ve denizle soyutlanmış haldeki Japonya, neredeyse diğer bütün kültürlerin aksine, bu iç içe geçmiş dünyadan çekilebilecek durumdaydı.

Bu, Japonya'nın tarihi boyunca bir kaç kez uyguladığı bir seçenek, Çin'le bütün resmi ilişkilerini ve dünyanın geri kalanıyla da bütün iletişimini kestiği 894'teki şaşırtıcı örnekte olduğu gibi.

Japonya bugün hala izlerini gördüğümüz bir karar verdi, bir kaç yüzyıl boyunca yeni gelen kişiler ya da dış etkiler tarafından rahatsız edilmeden, içine dönerek, kendi oldukça nevi şahsına münhasır kültürünü geliştirdi. Kyoto'daki sarayda yaşamın her açısı daha gelişkin hazlar peşinde yeniden düzenlenip estetize edildi.

Kadınlar önemli bir kültürel rol oynadığı bir topluluktu bu. Aynı zamanda Japoncadaki ilk önemli edebiyatın da kadınlar tarafından yazıldığı dönemdi.

Sonuç olarak bu, hakkında pek çok şey bildiğimiz ve aynamızın ait olduğu dünya. Onu ilk kullanan kişi pekala o ilk büyük Japon romanını, hatta dünyanın en büyük romanlarından birini, saray nedimesi Leydi Murasaki Shikibu tarafından yazılmış olan Genji'nin Hikayesi'ni okuyor olabilirdi.

Kimbilir?
 


Ortaçağ Japon kültürünün ayırt edici bir özelliği, aşırı derecede estetize olması; bu kültür güzelliği bir kült haline getirmişti. Ve bu sadece aynalar ve yemek çubukları gibi objeleri değil oldukça törenselleştirilen yaşamın kendisini, günlük yaşamdaki her şeyi kapsıyordu.

Aristokrat bir toplulukta yaşam her zaman törenselleştirilmiştir. İnsanlar şiir yazarak iletişim kuruyor, tütsü koklama oyunları düzenliyor ve her türlü estetik uğraşa merak duyuyorlardı. Buna kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiler de dahildi. Elbette işin içine duygular da giriyordu.

Leydi Murasaki'nin her şeyin estetize edildiği ve tütsü koklama yarışmalarının yapıldığı dünyasını aynamızda görebiliyoruz. Arka tarafındaki zarif bir süsleme, uçan bir çift turna kuşunu gösteriyor. Başları geriye atılmış, kanatları açılmış ve gagalarında çam dalları var. Boyunları tam olarak aynanın kıvrımına denk gelecek şekilde bükülmüş. Bu, titizlikle dengelenmiş, mükemmel şekilde kompoze edilmiş bir sanat eseri. Ancak güzel olmanın yanı sıra aynamızın taşıdığı bir anlam da var, turnaların uzun ömre ilişkin bir ünleri vardır; Japonlar bu kuşların bin yıl yaşadığına inanıyorlardı. Turnalar aynı zamanda bir başka anlam daha taşıyorlar. Bu kuşlar tek eşliler, dolayısıyla evliliğe sadakati de sembolize ediyorlar.

Genji'nin Hikayesi'nde bir noktada kahraman prens, uzun bir yolculuğa çıkmadan önce eline bir ayna alıp ona tutkulu bir aşk şiiri okur ve sonra aynayı sevgilisine verir, böylece sevgilisi aynayı tutarak hem onun aşk sözlerini hem de parlatılmış yüzeyinde Genji'nin görüntüsünü elinde tutabilecektir.

Sadık turnalarıyla aynamız, böyle bir aşk ilanı için son derece uygun bir araçtı.

Japon aynaları aynı zamanda daha karanlık mesajlar da iletebiliyordu. Aynalar aracılığıyla ruhlar alemine girilebiliyor ve hatta tanrılarla bile konuşulabiliyordu.

Bugün bile Japonya'da geleneksel bir eve giderseniz kullanmadıkları zamanlarda aynalarını örttüklerini görecek olmanızın sebebi budur. Kötü ruhları çekeceği için aynanın önüne bir kumaş parçası asılır.

Artık aynamızın bütün hikayesine ilişkin bilinçli bir tahmin yürütebiliriz. 1100 dolaylarında, Kyoto'daki gelişmiş bronz atölyelerinde, toplum içinde estetik bir görüntü sergilemek isteyen herhangi bir beyefendi ya da hanımefendi için zaruri bir araç olarak saray törenlerinde kullanılmak üzere yapılmıştı, belki.

Bir noktada sahibi, onu bir rahibe emanet etmeye karar vererek aynayı kuzeydeki bir tapınağa doğru uzun bir yolculuğa sevk etti ve ayna orada kutsal göle atıldı; hala sahibinin suretini barındırarak ve öbür dünyaya bir mesaj taşıyarak....

Ne sahibi ne de rahibin tahmin edemeyeceği şeyse, aynanın bir gün bize bir mesaj ileteceğiydi. Aynamız tıpkı büyük aynanın kendisi gibi, bizler gibi modern dinleyicilere Eski Japonya'nın narin hikayesini anlatıyor...

 

Yolculuğa çıkmadan önce avuçlarınızın içine bırakacağı aynaya aşk şiirleri fısıldayan bir sevgiliniz olsun, fena mı olurdu ?

Ben çok isterdim...

Aşkla, aynalarla, aynadaki suretlerle kalın.

Haftaya görüşeceğiz...

 

 


Herkes bilsin